Yazar: Nale Zar
Babamla ilk tatlımızı, beni koluna takarak tamamen spontane şekilde götürdüğü, o zamanlar benim gözümdeki gelmiş geçmiş en afili AVM’de yedik. Her ne kadar “spontane” dediysem de yapılan teklifin hemen ardından o küçük aklımla özene bezene süslenmiş, babasıyla “date’e çıkma”nın verdiği o dünyanın en özel kadını olma hissini deneyimlemiştim. Babam benimle tatlı yemek istemişti. Ailecek değil, tüm kardeşlerimle toplanarak da değil; benimle, baba-kız baş başa. Menüden istediğim tatlıyı seçtim. Kalori miktarı tasası olamayacak kadar küçüktüm. İçten gelmiş öylesine bir gün. Özel bir konu yok, hâlledilmesi gereken bir problem yok. Havadan sudan konuşmuştuk ve bana kendimi yetişkin hissettirmişti o akşamki tatlı. Çocuk muamelesi görmediğim nadir bir andı, o özel anı hiç unutmam.
Babamın içindeki sevgi pıtırcığı, tencereden fırlayan bir mısır patlağı gibi önüme düşmüştü. Ülkenin en şık restoranı, en güzel köşesi, en güzel tatlısı, benim için dünyanın en değerli erkeği… On yaşındaki bir kız çocuğu babasıyla baş başa olmanın heyecanı dışında ne isteyebilir ki!
Ne tatlı bir anı! Babasıyla arasında asma köprüler bulunan insanların aksine, sapasağlam bağlamıştı babam beni kendine. Bir kız çocuğu babasını ne kadar rol model olarak görebilirse, onu ne kadar sevebilirse, onunla ne kadar övünç duyabilirse; ben hepsini hissettim o gece. Böyle bir babanın kızı olmanın şımarıklığını bolca yaşadım. “Ben sizinle iftihar ediyorum.” lafını her deyişinde, “iftihar” kelimesinin ne olduğunu çok kez unutsam da, nahif babamdı işte o benim; bize, kızlarına “yuvamın aksesuarları” diye hitap eden o nahif adam. “Ben sizinle iftihar ediyorum.” dediğinde, ‘iftihar’ kelimesinin anlamını her seferinde unutmuş olsam da, o nahif adamdı benim babam; kızlarına ‘yuvamın aksesuarları’ diye hitap eden. Kelimelerle bizi büyüleyip sürükleyen kavalcı… Gözüne girmek istediğim o muazzam portre… Her mektep sınıfında asılı olan devlet başkanı portresi gibi kafamın içinde, hep en baş köşede.
Önemli olan yaşadıklarımız ve tecrübelerimizden ziyade onların hayatımıza olan yansıması ise eğer, ben dönüp dönüp düşünüyorum: Bu mutluluğu nasıl hak ettim? Ki, herhangi bir şeyi hak ettim mi? Bir zekatı olabilir mi bu mutluluğun, tefekkürü edilebilir mi? Ve sadece hatırada kalmasını değil, kalıcı olmasını istiyorum o günkü anının.
Babası İçin Çırpınan Kızlar Listesi
Işıklı bir restoran, mütevazı bir tatlı tabağı, bir baba, bir de kızı… Pederi ve kerimesi… Fotoğraf, bir özçekim. Fotoğraf, bir baba tarafından çekilmiş. Çünkü büyük ihtimalle kızına ısrar etmiş, “Gel beraber tatlı yiyelim seninle.” diye. Şaşırmış kızı, babam benimle ne konuşmak ister ki, diye. “Hiç, öylesine canım, bir sebebi yok bu tatlının. Baba-kız bir tatlı yemek için sebebimiz mi olmalı ki?” Sonrasında da yine babanın teklifi ile bir fotoğraf pozu. Genç kızının jenerasyonunun trendlerini o da bilip takip etmeli, öyle değil mi? Garsona verip çektirmek yerine, delikanlılar gibi bir özçekim patlattı. Ve al işte, kızı için güne ufak bir hatıra daha. Kız çocuğu, kendisine yapılan jestlerle mesut bir ruh hâli içinde. Babayla tatlı yemenin özel hâli bu. Maddenin üç hâli var demişler; katı-sıvı-gaz. Sonra dördüncü olarak plazmayı eklemişler. Plazma, varla yok arası bir madde. Elinle tutamazsın, bir şekil veremezsin. Bu kare de ruhun bilmem kaç hâlinden biri işte. Hissettirdiği duyguları belki tam anlatamazsın. Fotoğraf karesine sığabildiği kadar.
Ha ben, ha komiserin kızı bu mutlu karede. Her kız çocuğu babasıyla tatlı yerken hemen hemen aynı duyguları hisseder eve döndüğünde. Oysa, şimdi içinde baba olmayan o baba ocaklarında bir huzursuzluk var; insanın içini basan bir sıkıntı. Tatlılarda tatsızlık, gülüşlerde burukluk… Babalarımıza olan sevgimizi doyasıya yaşayacağımız günleri aldılar ve bizi olgunluk sofralarına oturttular. Çocuksu neşeyle bezenecek hatıralar elimizden alındı, yerine daha yetişkinlerin yapacağı olgun muhabbetler sıkıştırıldı. Olgun jest ve mimikler, olgun oturup kalkmalar… Babalarımıza yabancılaştırıldık ve dahi onlardan uzaklaştırıldık. Hâlbuki, kaptan bellemiştik onları ve rotamızın yeniden düzeleceğini düşündük; terk ettikleri gemiye geri döndüklerinde. Bir de baktık ki; gemi kaptana yabancı, kaptan mürettebata. Mürettebat istikamete odaklı belki ama kaptansız yolculuk titrek yürekleri ürkütüp durmakta. Ve eski güzel gemi hatıraları, hafızalarımızda dolanmakta.
Bir tweet: “Çok özledim baba, hâlâ inanamıyorum olanlara. Babamın bu acı hastalıkta, bize her şeyden çok ihtiyacı var. Lütfen sesimizi duyuralım. Geç teşhis konulmuş bir kanser hastası bu durumu tek başına atlatamaz. Babam için acil tahliye istiyoruz.”
Bir çığlık: “Bakmaya doyamadığım, öpmeye kıyamadığım canım babamı, el birliğiyle öldürdüler! ”
Ve Sayılar
“…geçtiğimiz Eylül ayında babamın 10 yıllık cezasının 6.5 yılını yattıktan sonra gelen denetimli serbestlik hakkının verilmemesi…” Ezberlenecek ne çok sayı, ne çok kanun maddesi var. Akılda tutulan birçok tarih de cabası. Bu kakofonide izah edilmeye çalışılan “kafkaesk” durumlar. Lafa nerden başlamak gerektiğini açıklıyor ya hani Chomsky, savaştaki mağdurlardan bahsedelim savaştan konuşmadan önce diye; sahi, lafa nereden başlamak lazım? Şüphesiz ki, aciz her varlığa taviz verilen şu evrende, doğru olmayan ithamların ötesini, bir deniz kabuğuna kulak verme hassaslığı içinde dinlemek lazım bütün rağmenlere rağmen. Kalp kırılan yerde birçok şeyin ehemmiyeti yok, kız çocukları tatlı yiyemeyecekse babalarıyla, o ülkenin kanunlarının ve o milletin diğer tüm gündemlerinin bir esprisi yok.
Eski zamanlarda, küçük çocuklar kaçırılır ve onlar için fidye istenirdi. Bu dönemde ise babalar kaçırılıyor. Etler lime lime, gözyaşları sular seller… Ne çare! Bir fiilin soru işareti ne kadar korkunç olabilir? Kaçırılan bir baba ve onun nereye götürüldüğünün gizemi bu. İçeri atılan bir baba ve ona ne olduğunun soru işareti bu. Yurt dışına kaçan bir baba ve onun nereye gittiğinin sorusu bu. Belirsizliğin dehşeti… Günün sonunda, babası için çırpınan kızlarla dolu bir Türkiye.
“Roma Hayırseverliği” adında bir destan varmış. Efsaneye göre, hücresinde aç bırakılarak ölüm cezasına çarptırılan Kimon adında bir baba ve görüşlere gelip gittikçe babasını besleyen kızı Pero. Anlatıdan ilham alan pek çok eser bırakılmış Roma ve Grek’te.. Bi’ deri bi’ kemik kalmış o idam mahkumunu besleyen kadının resmi dolanır geçmişten günümüze. Hani kimdi fail, kimdi münfail. Babalardı kızlarını etkilemesi, onların hayatlarına dokunması gereken. Şimdi ise kız çocuklarının aksiyona geçmesi ve adımları etkiliyor babalarının hayatını. Hangi rol kimindi, tatlıyı kim ısmarlardı? Zulüm-zalim-mazlum üçgeninin, her güne bir yenisi eklenen mazlumları, kıymetli kadınları. Dört yanımızı kuşatmış babası için çırpınan kızlar; günümüz Peroları, Ümmü Ebiha Fatımaları. Bu yazı cephe önündeki kız çocukları için yazıldı; babalarının kalkanı, iftihar dekorları o kızlar için.