Namaz, ibadetlerin başında geldiğinden, genellikle “Niçin namaz kılmalıyız?” sorusu sorulur. Namaz; Rabbimizin sonsuz kudretini, rahmetini ve kusursuzluğunu; sözlerimiz, hâlimiz ve fiillerimizle kabul ve ilan ettiğimiz bir ibadettir. Bize ihsan edilen sayısız hediyelere bir teşekkürdür. Etrafımızdaki ilahi mucizelerin, eşsiz sanat eserlerinin Sahibine bir hayranlık ifadesidir.
Namaz, insanın Allah Teâlâ’yı (celle celâluhu) Rab olarak tanıyıp kabul etmesidir diyebiliriz. Allah bizi yarattı, besleyip büyüttü, anne ve baba gibi çok kıymetli iki şahsiyete bizi emanet etti. Bize gülme, ağlama, sevme gibi çok kıymetli duygular ve hâller verdi. Allah’a olan minnet duygumuzu ve saygımızı, hayatımızın her anına yayarız ve bu duygularımızı namaz ibadeti ile taçlandırmaya çalışırız.
Bütün insanlarda teşekkür etme duygusu vardır. Bu duygusunu kaybeden ve gördüğü iyiliklere bir teşekkürü çok görenler “nankör” sıfatı ile anılırlar. İnsanın vicdanında var olan bu güzel duygunun işletilmesi ve devam ettirilmesi, insanlık için çok önemlidir. Her insanın kendini yaratan Allah’a karşı özel bir teşekkürü de olmalı ki bu da kalbden gelen samimi duygularla ve ibadetlerle olur.
İnsan olarak, yapılan bir iyiliğe, teşekkürle mukabelede bulunmak isteriz. Bir kazadan, beladan veya hastalıktan kurtulmamıza vesile olan kimseye nasıl da minnettar oluruz. İnsanlara teşekkür ederken her şeyi yaratan, her şeyi bize hediye eden Rabbimizi unutmak, büyük bir nankörlük olsa gerektir.
Bize saymakla bitiremeyeceğimiz nimetler veren Allah Teâlâ’ya şükretmek, temiz bir vicdan sahibi olmanın gereğidir. Teşekkürü hakkıyla îfâ etmenin adı da ibadettir.
İnsanlar ölünce yok olmuyorlar. Sadece bedenleri toprak oluyor. Ruhlar, berzah âleminde yaşıyor. Kıyamet sonrası Rabbimiz insanların bedenlerini yeniden yaratacak ve huzuruna alacak. O zaman kim ister mahcup olmayı, Allah’ın huzurunda suçlu duruma düşmeyi?
İnsan olarak el, ayak, beyin, mide, sinirler gibi birçok organ ve sistemle donatılan bedenimizin işleyişine ne kadar müdahale edebiliyoruz? Çok kabiliyetli ve bilgili de olsak, kendi bedenimiz için sadece basit bir kontrol ve hareket mekanizmasına sahip olduğumuzu söyleyebiliriz. O da beynimize bağlı. Biz de gerçekte beyne hâkim değiliz.
Biz bu bedene gerçekten sahip olsaydık, onun her şeyini kontrol edebiliyor olmamız gerekirdi. Kalbimizi, karaciğerimizi ve diğer organlarımızı biz mi kontrol ediyoruz? Hayatta en çok yaptığımız ve ihtiyacımız olan beslenmemizi bile kontrol edemiyoruz. Yüce Yaratıcı bize açlık ve iştah mekanizmalarını hediye etmeseydi ne olurdu acaba? Hücrelerimizde hangi olaylar olup bitiyor, haberdar değiliz ve bunları kontrol edemiyoruz. Kan şekerimizi biz sabit tutmuyoruz, tansiyonumuzu veya vücut sıcaklığını biz ayarlamıyoruz.
Dünya hayatında sayısız nimetlerden istifade ederken bu nimetleri bize ihsan eden Rabbimizi minnetle hatırlamamız, O’na sevgi beslememiz gerekmiyor mu?
Yaradan’ın gözümüzün önüne serdiği çiçekler, böcekler, yıldızlar ve diğer sanat eserleri de O’na karşı insanda bir hayranlık duygusu doğurur. En büyük sanatkâr olan Rabbimizin huzurunda eğilmek, O’nun yakınlığını, büyüklüğünü ve şefkatini doya doya hissetmek, insan olmanın gereğidir.
Allah’ın hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, ama bizim ibadete ihtiyacımız vardır. İnsan zevkine vararak, doya doya namazlarını kılmalıdır. İbadetler zorla değil sevgiyle yapılır.
İnsan olarak asıl vazifemiz; Allah’ı yakından tanımak ve sevmek, dua, itaat ve ibadetle kendimizi O’na sevdirmektir.