Daha ayları ayırt edemediğim zamanlarda, doğum günümü sonbahar haber verirdi bana. Ağaçlar yorulup sessizce kış uykusuna hazırlandıklarında, sene henüz bitmeden bana son bir kutlama yaparlardı rengarenk yapraklarını konfetiler gibi üzerime dökerek. Canlı kırmızılar, her yeri süsleyip minik ayaklarımın altında desen desen çatırdadıklarında, bilirdim ki bir yaş daha büyüyeceğim çok yakında, bütün sevdiklerim bir araya gelip benim doğumumu kutlayacak; ama ilk önce kutlayan her zaman sonbahar ve onun sarılı kırmızılı paleti olacak.
Çok zaman geçse de artık ayları biliyorum. Zamanın akışının da oldukça farkındayım, ama sonbahar, doğum günümü ilk hatırlayan ve kutlayan bir misafir hâlâ. Ruhumu mutlulukla doldurur her merhaba deyişince coşkuyla, hiç ayrılmamış gibi sanki her kavuşmamızda. Gözleri rahatlatan renkleri, serin yağmurları, seyretmeye doyamadığımız tablolarıyla gelen sonbahar, yılın belki de en güzel zamanı değil midir zaten? İçimize çektiğimiz her nefeste bedenimize serinlik, ruhumuza huzur ve esenlik veren havası; uzayan, uzadıkça güzelleşen, sevdiklerimizle geçen geceler, etrafımızdaki bütün renklerin değişimiyle gelen tarif edilmesi güç yenilik hissi… Bunların hepsi bana sonbaharın doğum günü hediyesi. Sonbaharın hikmetli bir cilvesi de bütün sene sürmemesi…
Sonbaharın zarif sevgisi hiç değişmedi, ama yıllar geçtikçe ben biraz nankörleştim sanki. Bazen sonbahar geldiğinde kalbime dolan ilk şey büyümenin heyecanı değil, yılların içinden soyutlanıp akmanın verdiği yalnızlık hissi oluyor. Yürürken gördüğüm şey, zamanı geçtiği için çürümeye mahkûm kalmış, ama son anlarında bile dünyaya farklı bir güzellik katmaya çabalayan yapraklar… Belki birkaç gün yollarda sürünüp çamura bulanacak, sonra hiç yokmuş, yazın kuşlara yuva olmamış, açan çiçeklere dost olmamış gibi toprağa karışacak görünüşte, ama sonra yeniden doğacak ve her kopyası saklanıp sonsuza gidecek.
Siz gidip beni yalnız mı bırakacaksınız doğum günü süslerim? Ben büyüyorum yine, bir yaş daha… Siz dinlenip baştan başlayacaksınız belki, ama ben ara vermeyeceğim. Güz deresindeki bir dal parçası gibi zamanla akıntıya karışıp gideceğim, durmadan, sonsuzluk durağına doğru.
Daha gencim belki, ama ruhum yaşlanıyormuş gibi hissediyorum, zamanda hapsolmuş gibi. Hepimiz mahkûm değil miyiz zaten zamana, ne kadar istersek çıkamıyoruz onun sınırlarından, kıramıyoruz zincirlerini. Hızlanmasını istediğimizde yavaşlıyor, yavaşlamasını istediğimizde hızlanıyor sanki. Ağaçların süsleri son bir renk şöleniyle gitmeye hazırlık yapınca, yine fark ediyorum zamanın üzerimdeki karşı koyamadığım etkisini ve hiç fark etmeden onun sularında nasıl süzülüp gittiğimi. Ah, yine mi bir yıl daha büyüdüm? Ne çabuk, daha geçen gün kutlamamış mıydın beni sonbahar? Sanki biraz erken geldin bu yıl. Seni gördüğüme sevinmediğimden değil tabiî ki… Sonbaharda doğdum ben, sonbaharla doğdum. Biz birbirimize hediye değil miyiz seninle?
İşte böylece zihnimde alâkasız düşünceler birbirini kovalamaya başlar sonbaharda, hepsi sırlarla kaplı. Sonbaharda düşen yapraklar gelecek yıl tekrar yaprak olabilir mi topraktan ağaca geri dönerek, yoksa artık bir başka aşamasında mı hayatının, belki çiçek, belki çimen, belki bir elma olarak? Ben düşünsem de bulamam hangi zerre nereden gelmiş, nereye gidecek. Zaten toprak, ilahî emre itaat ediyor ve görevini yerine getiriyor eksiksizce.
En derin istek ve korkularımız nerede doğar, nerede yaşar en önemli anılarımız, sırlarımız, sınır tanımayan düşüncelerimiz, hayal gücümüz? Kısa süreliğine çıktığım yolda düşüncelerim oradan buraya savrulur, gördüğüm her yeni sanat eseri yaprakla, rüzgâra karışarak hudutsuzca.
Hiçbir şey boşuna yaratılmamış, biliyorum, her var olan şeyde bir güzellik olduğu gibi… Bu gerçek daha bir barizleşiyor her sonbaharda. İlk başta çamura bulaştığı için üzüldüğüm narin yaprak, aylar sonra ilk defa dinlenme şansına kavuşuyor aslında. “Çok uğraştın.” diyorum hayat çizgilerinden burkulmaya başlamış turuncu yaprağa, “Çok yoruldun, bütün yıl temizledin atmosferimizi, rahatlattın akciğerlerimizi, aynı anda da neşelendirdin gözlerimizi o parlak yeşilinle, güzel kokulu çiçeklerin, eşsiz aromalı meyvelerinle. Ne kadar şükretsek azdır Rabbimize.
Bakıyorum bu döngüye, beni ürperten yerdeki yaprak birikintisine. Bu bir döngü biliyorum, yenilenecek etrafımdaki dünya, baştan başlayacak yeni bir heyecanla gelecek ilkbaharda. Ben de ona ayak uydurmalı, kendimi tazeleyip içimi onarmalıyım. Aynı şevkle dolup bu yaprakların, ağacın, toprağın temposunu yakalayabilmeli, usanmadan dolmalıyım yaşama sevinciyle.
Şu an içim biraz buruk, aylardır beraber olduğum arkadaşlarıma vedanın acısıyla. Yalnız hissediyorum, bir tutam onlardan uzakta kalacak olmanın burukluğu, bir tutam da onlar beni geride bırakıp giderken olduğum yerde kalmanın kırgınlığıyla.
Her yıl ve mevsimin ayrı bir güzelliği var. Sanki benim bu dünyada, zamana mahkûm ömrümün her saniyesinin kıymetli ve narin, bir o kadar da coşkun ve sınırsız olduğunu hatırlatmaya çalışır gibi. Gün batımının mest edici turuncuları, sonbahar yapraklarının üzerine yansıyıp hafif bir rüzgârla yerdeki yapraklar dans ederken oluşan görüntünün büyüsüne kapılmamak mümkün mü?
Nereden geldiğini bilmediğiniz anılarınız var mı hiç, izi takip edilemeyen yaşanmışlıklarınız? Benimki koca mermer bir avlu, beyaz yüzeyi sonbahar yapraklarıyla kaplı, ortasında bir kocaman ağaç, dalları gökyüzüne uzanmış. Çocuğum galiba, boyum yere yakın; yaprakları yakından görüyorum, teker teker desenlerine bakıyorum. Yalnızım. Neden bilmiyorum. Orası neresi bilmiyorum ya da hatırlamıyorum. Sanki zihnime sonradan eklemiş birisi, ama o kadar net ve canlı ki gözümün önündeki renkler, sanki dünmüş gibi. Belki sonbaharla ilk karşılaşmamdır bu ya da onu ilk kavrayışım, güzelliğini ilk defa hissedişim parmak uçlarımda. İlk kez sınırsız özgürlüğünü, serinliğini fark edişim ömrümün sonuna kadar unutmama sözüyle. Belki de doğum günümün mutluluğu vardı o gün üzerimde ve kutlayışına teşekkür edişimdi sonbahara o avluda; hani ben sonbaharda doğdum ya…
Not: Bu çalışma, “Sonbahar” konulu 2021 yılı deneme yarışmamızda üçüncü olmuştur.