Evime taşınalı bir yıl olmadı. Yeni bir ülkede, yeni bir ev kurmak epey sancılı bir işti benim için. Bir de bulunduğum ülkenin pandemi tedbirleri yüzünden tam kapanmada olması işimi daha büyük bir çıkmaza sokmuştu, zira bütün mağazalar kapalıydı ve her şeyi internet üzerinden almam gerekiyordu. Biz de sadece ihtiyacımız olan eşyaları alıyor, hatta önümüze daha uygun fırsatlar çıkınca mutlaka değerlendiriyorduk. En az harcama ile eksikleri tamamlamak en büyük gayemizdi.
Sonunda oturulacak hâle getirmiştik evimizi, hatta bazı eşyaları ücretsiz temin ettik. Ara sıra misafir de ağırlıyorduk. Bir gün bir misafirim geldi, bana perdelerimin salonuma uymadığını söyledi ve anlatmaya başladı: “Şöyle bir fon perdesi al, bir de şu renkte tül yaptır, bak nasıl havası değişecek salonunun.” Ama benim böyle bir değişikliğe ihtiyacım yoktu. Önemli olan benim kendimi iyi hissetmemdi ve gayet de iyi hissediyordum… Başka bir gün, bir diğer arkadaşım, “Bak sen beni dinle, şunu şuradan at, onun yerine bunu al.” dedi. “Ne gerek var ki? Böyle de memnunum, benim işimi görüyor.” dediğimde, “A olur mu, artık herkes böyle yapıyor.” deyiverdi. “Neden benim evim de herkesin evi gibi olsun ki?” dedim.
Sonra her gittiğim evde, eşyalara ve konuşulanlara dikkat etmeye başladım. Her konu dönüp dolaşıp “Bu buna uymadı, değiştirdim. Sonra şunu da değiştirdim. Akabinde de bu diğerlerine uyuyor diye bunu da aldım.” diyerek zincirleme tüketim konusuna geliyordu. Dikkat ettim, sosyal medya ortamlarında konuşulanlar da benzer şekilde ilerliyordu: “İhtiyacım yok, ama sandalyeme uysun diye bu lambayı aldım. Ah şu pantifler, evimdeki perdeye ne kadar da güzel uyar! Yatak örtüm mutlaka salonumdaki halı ile uyumlu olmalı, yoksa rahat uyuyamam.”
Eşyayla uyumlu olma hassasiyeti ilişkilere gösterilmezken ilişkileri dahi bozuyordu. “Nişanlım benim elbiseme uyumlu kravat takmazsa hayatta evlenmem.” cümlesini duyunca kendi kendime durup “N’oluyoruz yahu!” dedim.
Sadece ihtiyacımız olanı alıp israfa kaçmama dönemi bitmiş, bir tüketim çılgınlığına evrilmişti. Sanki son yıllarda, özellikle herkesin eve kapandığı dönem olan pandemi sürecinde, bir çığ gibi büyüyüp önüne geleni yutuyor ve devasa bir hâle dönüyordu. Herkes oturduğu yerden bir tık ile istediğini, hatta istemediğini de alır olmuştu. Merak edip bu durumu araştırdığımda, aslında bu arzunun yüz yıllar evveline dayandığını görüp ufak çaplı bir şok yaşadım. İhtiyacımız olmadığı hâlde birbirine uysun diye eşya alma eğiliminin “Diderot Etkisi” olarak adlandırıldığını öğrendim. Meğer kıymetli Diderot Abimiz bu işi öyle bir seviyeye taşımış ki kendi adını vermiş bu duruma.
Kısaca özetlemek gerekirse, bir Fransız yazar ve filozof olan Denis Diderot, ciddi maddî sorunlar yaşadığı bir dönemde, kendine uzanan yardım eli sayesinde belini az da olsa doğrultmuş. Hemen ardından, uzun zamandır istediği o kırmızı sabahlığı gidip almış. Sabahlığını öyle çok sevmiş ve hayran olmuş ki bir süre sonra evindeki eşyaları bu şatafatlı ropdöşambırına uygun olmadığı için gözüne batar olmuş. Gel zaman git zaman evindeki eşyaların nerdeyse tamamını sırtındaki kıymetlisine uygun olacak şekilde değiştirmiş.
Sonuç mu? O kadar mobilya masrafının bir sabahlık yüzünden onu tekrar borç batağına sürüklemesinden duyduğu pişmanlığın sonrası, iki elinin arasına başını sıkıştırıp bu hazin durumu kaleme almış. “Eski Sabahlığım İçin Pişmanlık” yazısı işte onun tam da şu an yaşanan tüketim çılgınlığının ete kemiğe bürünmüş hâli oluvermiş.
Eğer bizler de bir gün “Eski sabahlığımın efendisiydim, fakat yenisinin kölesi oldum.” sözüne benzer cümleler kurmak istemiyor isek bu duruma şimdiden dur demeliyiz. Diderot şanslıymış ki bu durumu kendisi fark etmiş. Bizler için asıl tehlike bunun farkında olmayışımız. Maskeniz kıyafetinize uymak zorunda değil. Kulaklığınız montunuz ile aynı renkte olmasa da olur. Çay tepsisi ve fincanlar aynı desende olacak diye bir kural yok. Bunlar tamamen tüketim çılgınlığı içinde olduğumuzun sinyalleri. Bu sinyaller artık alarm düzeyine gelmeden şöyle bir silkelenip “Acaba buna gerçekten ihtiyacım var mı? Olmasa da işimi halledebilir miyim?” diye soralım kendimize.
Kendime not: Çılgınca tüketmeden de uyumlu yaşamak mümkün.