Küçük yaşlardan itibaren sorulur, “Büyüyünce ne olacaksın?” diye. Her çocuğun daha o yaşlarda hayalleri vardır meslekleri adına. En çok alınan cevapların başında ise doktor, öğretmen, polis ve pilot gelir. Biraz daha büyüyüp lise dönemine gelindiğinde ise daha da şekillenir bu hayaller. O hayallere yönelik harcanmaya başlanır bütün emekler. Genç Çağlayan olarak bu röportajımızda mesleğinin tohumları daha ilkokul sıralarında atılmış bir hekimi ağırlıyoruz. Dr. Sinem Akbulak ile hekimlik ve pediatri konusunda güzel bir sohbet gerçekleştirdik.
Birçok gencin hayalidir doktor olmak. Siz hekim olmaya nasıl karar verdiniz?
Dört yaşındayken ağabeyim ilkokula başlamıştı. Ondan çok ben heyecanlıydım. Okuldan gelir gelmez kitap ve defterlerini çantasından çıkarır o gün okulda ne öğrendiklerini merak ederdim. Birkaç ay sonra okuma yazmayı öğrendim de bütün aile rahat etti. Okumayı öğrenene kadar başlarını epey şişirmiştim. Öğrenme aşkımı yakinen hisseden annem, komşumuzun kızının siyah okul önlüğünü ödünç alarak bana giydirmişti. Önlüğü üzerimden çıkarmamak için hayli gözyaşı dökmüş, önlük ile ağabeyimin okuluna götürebileceklerine dair söz alınca ağlamayı bırakmıştım. Henüz beş yaşında ve minyon bir çocuk olduğum için emanet önlük üzerime büyük gelmişti. Bu yüzden okuldaki diğer çocukların, “Cüce bir kız gelmiş.” diye etrafımda dönüp durduklarını hatırlıyorum. Belki benimle alay etmişlerdi, ancak ben beni kutladıklarını düşünerek çok mutlu olmuştum. Okula kaydolmak için anneme yalvarırken kendimizi bir anda müdür odasında kaydolurken bulmuştuk. Müdür Bey anneme “Birkaç gün gelip gitsin, yorulur, okulu kendiliğinden bırakır.” diyerek annemi teselli etmişti.
Okul arkadaşları bana cüce dediği için ağabeyim benimle okula gidip gelmek istemezdi. Bunu öğretmenime söyleyince, “Ben seni her gün evden alayım ister misin?” dedi. Okul merakımı destekleyen bu yüce gönüllü öğretmenim sayesinde iki üç hafta sonra bırakacağımı sandıkları okul serüvenim giderek daha da heyecanlı hale gelmişti. Öğretmenimin bana olan desteği öğrenme aşkımı daha da perçinlemişti.
Ta o zamanlardan öğretmenimin bu destekleyici ve fedakâr tutumunun, “insanlara yardım etmek, iyilik yapmak” gibi ilkelerimin temelini attığına inanıyorum. Sanıyorum bu duygu sebebiyle sağlık alanında çalışmayı, o günlerden itibaren çok istemeye başlamıştım. Geleceğe dair hedeflerime, çalışmak istediğim alana yaşıtlarıma göre daha erken karar verdiğimi söyleyebilirim.
Pediatri branşına neden yöneldiniz?
Tıp fakültesi üçüncü sınıftayken “Anne Sütü” konusunu anlatan meşhur bir hocamız vardı. Onun dersini dinledikten sonra çocuk hekimliği ilgimi çekmeye başladı. Bu hocamız okulda “Kreativ Doktorlar-Projeler” konulu bir programın sorumlusuydu. Hoca ve anlattığı ders dikkatimi çekince o programlardan birine katılmaya karar verdim. İlk programda benim üzerinde düşündüğüm ve merak ettiğim bir konu tartışmaya açıldı. Ben de hemen düşüncelerimi aktarınca hocamız söylediklerimi ilgi çekici buldu. Fikirlerimi gerçekleştirebileceğimi ve bu konuda bana yardımcı olabileceğini söyledi. Hocamın bu teklifini o dönem için kabul edemedim. Bana “O zaman ara ara çocuk servisinde hasta vizitelerine katıl, arada seninle sohbet edelim.” dedi. Bu gelişme beni çok motive etmişti. Bazen hocamın vizitelerine katılır, hasta çocuklarla diyaloglarına şahit olurdum. Burası diğer kliniklerdeki atmosferlere hiç benzemiyordu. Hemen herkes birbirine karşı çok nazik, şefkatli ve yardımseverdi. Yüksek sesle konuşulmazdı ve herkes bana çok şirin gelirdi. Aradığım şeyi o vizitelerde buldum. Şefkat, nezaket ve samimiyet… Mezun olup uzmanlık sınavına girerken tercihim çoktan netleşmişti.
Doktorluk çok kıymetli, aynı zamanda zor bir meslek. Biraz bu zorluklara değinebilir misiniz?
Sadece hekimlik mesleğinde değil her işi gönülden yapabilmeyi çok önemsiyorum. Bazı mesleklerde ise sabırlı, fedakâr, hoşgörülü ve merhametli olmak çok önemlidir. Bu hususlar hekimlik mesleği için pek mühim, ama çocuk hekimleri için olmazsa olmazdır.
Herkesin bana yönelttiği, “Çocuklarla iletişim kurmak zor değil mi?” sorusunu bu vesile ile cevaplamış olayım. Çocuklar etrafındaki fertlerle hâl diliyle iletişim kurar. Büyüseler de ergenlik dönemine kadar ağırlıklı iletişim dili budur. Onları anlamak isterseniz sizin de onların hâline odaklanmanız gerekir ki bu benim onlardan öğrendiğim çok önemli bir kazanımdır. Bu iletişim şeklinde yaşın, kelime hazinesinin pek önemi olmaz. Duygular yeterlidir.
Ebeveynlerden çocuğa ait bilgileri öğrenirsiniz ancak doğrulamayı her zaman çocuk yapar. Bazen ebeveynler durumu abartabilir; eksik, yanlış hatta çarpık bilgi verebilir. Çocukların hâl dili her zaman doğruyu söyler. Çocukların yetişkinlerden ayrılan en güzel yönü budur. Çok tabiî ve katkısızlar. Onlarla güvenli bir iletişim kurmak hem daha kolay hem sürdürülebilir.
Peki doktorluğu severek yapmanıza ne vesile oluyor?
Yardıma ihtiyacı olan birinin, hele bu masum bir çocuksa, sizin yardımınızla rahatladığını hissetmeniz, bana göre gerçek bir mutluluk. Hücrelerinizde hissedersiniz adeta. İnsanlarla rutin diyalog kurmak bile bizi olumlu ya da olumsuz etkiler. Muhatabınız masum çocuk olduğunda neredeyse hep olumlu bir atmosfer oluşur ve güzel duygular hissedersiniz.
Hasta bile olsa çocuklarla sürekli irtibat hâlinde olmanın; karakterim, hayata bakışım ve duruşum üzerinde de çok olumlu etkileri oldu. Ben onlara çoğu zaman basit reçetelerle yardımcı olsam da onlar bana daha çok katkı sağladı. Onlara minnettarım gerçekten. Berrak birer ayna onlar. Ne görürlerse onu yansıtıyorlar. Beklentisiz olmak, masum kalabilmek en kolay çocuklardan öğrenilir. Denemelisiniz!
Diğer bir faktör de hekimliğin, Üstad Bediüzzaman’ın da dikkat çektiği gibi, umuma bakan hizmetlerden biri olması. Toplum sağlığını korumaya matuf yapılan işler, meslekî anlamda öncelikle talip olunması gereken alanlar. Sağlık hizmetleri de bu türden olduğu için bana çok cazip gelir. Yaptığınız işin karşılığının maddî değerlerle ölçülemeyeceğini hasta olunca anlıyorsunuz. İnsanların hayır duasını almak için de güzel bir vesile.
Bu alanı seçmeyi düşünen gençlere neler önerirsiniz?
Sabırlı olmak sanırım en başta olması gereken özellik. Alıştıkça, sevdikçe fıtrî olarak ilerliyor her şey. Her hekim kendi yorumunu katarak mesleğini icra ediyor, âdeta bir sanatçı gibi. Fıtrat, çevrenin beklentileri, meslek pratiğinde karşılaşılan olaylar ve hastaların katkılarıyla şekilleniyorsunuz.
Hekimlik, hukukî alanlardaki boşlukları kötüye kullanan bazı hekimler için maalesef sû-i istimale açık bir alan. Kanaatkâr olmak, kul hakkına riayet etmek ve gönüllere girmenin aslında çok kolay olabildiği bu mesleği dünya ve ahiretinizi kazanmaya vesile bilmek, bizi bu olumsuzluklardan korumada çok önemli unsurlardır.
Branşınıza ait güncel gelişmeleri takip edebilmek çok mühim. Meraklı olmak büyük avantaj sağlayabilir. Her hastalığın tedavi yaklaşımları belli aralıklarla yayınlanan kılavuzlarla güncellenir. Yeni bilimsel makaleleri takip etmek ve kongrelere katılmak sizi yeniler ve niteliğinizi artırır. Bu mânâda bu meslek, çok yönlü ve dinamik bir atmosferde çalışma imkânı verir. Benim gibi durağanlığı sevmeyen, meşguliyetini değiştirerek rahatlayanlar için hekimlik, hele hele çocuk hekimliği bulunmaz bir nimettir.
Hastalık gibi patolojik bir durumu doğru şekilde aydınlatabilmek için sağlıklı iletişim gerekir. Sevgi ile yaklaşmak, muhatabını anlamaya çalışmak, sabırlı olmak ve çok iyi gözlem yapmak da bu mesleğin can alıcı noktasıdır. İyi gözlem yapamayan, bir unsurun öncesi ve sonrasının mukayesesini iyi yapamayan iyi hekim olamaz. Değişen şartların o hastaya nasıl etki ettiğini iyi bir gözlem ile anlayabilirsiniz. Bir nevi Sherlock Holmes gibi olmalısınız. Bütün duyularınızın arkasında bir büyüteç olmalı. Çok dikkatli ve sabırla iz sürerseniz maksadınıza ulaşırsınız. O zaman size iyi ve tecrübeli doktor diyorlar. Bu kıvama gelince az zamanda zor işleri kolaylıkla halledebiliyorsunuz. Planlı olmak ve vakit israfının önüne geçmek de olmazsa olmazlardan.
Bir çocuğun yeniden sağlığına kavuşmasına vesile oluyorsunuz. Bu sizde nasıl bir duygu oluşturuyor?
Dünyanın en güzel duygusu dersem mübalağa etmiş olmam. Sadece bir çocuğu sağlığına kavuşturmaya vesile olmuyorsunuz aslında. Birçok hasta beraberinde ailevî, sosyal ve psikolojik problemleri ile size gelir. Bazen küçük bir yardım, birikmiş problemlerin çözümüne vesile olur. Düzelmeyen sağlık problemlerinin aile içinde oluşturduğu strese katlanmak zordur. Ruhen dağılmış bir aileyi yavaş yavaş toparlamaya başlıyorsunuz. Taşınacakları şehri, gidecekleri tatil beldesini, satın alacakları evin şartlarını dahi sizinle istişare eden birçok insanla irtibatta oluyorsunuz. Özenli çalışanlar için epey mesai alıyor bu durumlar, ama değer.
Bazı çocukların isim annesi, süt annesi; bazılarının kardeşi, ablası, teyzesi hatta ebeveynlerinin nikah şahidi dahi olmuşluğum vardır. İhtiyaca göre şartların size biçtiği role bürünürseniz başarılı olma ihtimaliniz artar. Çocuk hekimlerinin çoğunun hastalarını aileden, akrabalarından, komşularından bir çocuk gibi gördüklerini düşünüyorum. Hele kronik bir hastalık söz konusu ise arada kurulan bağ çok sıkıdır. Bayramlarda, özel günlerde sizi arayan birilerini daha kazanırsınız. Daha ne olsun?
Meslek hayatınızda unutamadığınız bir hatıranızı bizimle paylaşabilir misiniz?
O kadar çok ki! Çocuk hekimliği dışında çalıştığım kurumda idarî sorumluluklarım da vardı. Her biri için çok kıymetli hatıralar biriktirdim. Adlî olaylar en tatsızlarını oluşturuyor. Rutin hasta muayenelerinde ve klinikte yatan hastalarımız ile ilgili olanlar bende daha sevimli izler bıraktı.
Bayram sonrası poliklinikte çalışmayı çok severdim. Çocuklar bayramlıklarını giyer, cepleri ve çantaları bayram şekerleri ile dolu, mutlu mutlu gelirlerdi. Yüksek ateş ve öksürük, onların neşesine o günlerde gölge düşüremezdi. Genelde kronik hastalığı olan ve düzenli kontrollere gelen çocuklar bizim gözümüze girmek için her hünerini sergilemek ister, hasta olmalarına rağmen en sevimli hâllerini takınırlardı.
Bir gün astım sebebini araştırdığımız, tombik, beş altı yaşlarında bir erkek çocuk, yeni öğrendiği bir dansı göstermek istedi. “Önce muayene, sonra gösteri.” diyerek anlaştık. Muayene bitiminde o günlerde çok popüler olan bir pop müziğini açtı ve dans etmeye başladı. Poliklinikte yankılanan müziğin eşliğinde içeride dans eden, dışarıda bekleyen hastalar gibi sık yaşadığımız tuhaf manzaralardan biri daha oluşmuştu. Çok geçmeden kan ter içinde kalan küçük hastamız şiddetli bir şekilde öksürmeye başladı ve birkaç dakika içinde astım atağına girdi. Az önce dans eden çocuk hava açlığı çekmeye başladı. Kucağıma aldığım gibi acil servise koşmuş, onu oksijenle buluşturmuştum. Bu arada astımın eforla tetiklendiğini anlamış olduk, hasta takibinde bu durum bize çok yardımcı olmuştu.
Hastalık hikâyeleri sorgulanırken çocukların anne karnındaki dönemden itibaren yaşadıkları olaylar çok önemlidir. Bu sebeple “Baştan, en baştan anlatabilir misiniz?” diyerek ebeveynleri yönlendirmeye çalışırız. Anneler bu ikazın ardından, “Eşimle görücü usulü ile evlendik. Altı kişilik bir evde büyüdüm.” gibi gerçekten en başa alarak hikâyelerini anlatmak isterlerdi. Tebessüm ederek dinlemekten başka yapacak bir şey kalmaz. O kadar başa aldıktan sonra biraz ileriye gelin demek de kolay değil tabiî. Çocuklarına verdikleri isimlerin hikâyelerine bile öğrenirdik.
Size göre hekimliğin toplum hayatındaki yeri nedir?
Aslında icra edilen her meslek kişinin kendisi ve etrafındaki insanları hayra yönlendirme potansiyeli taşır. Sağlık, hepimizin hassas olduğu ve önem verdiği bir konudur. Bu bağlamda bahsettiğim maksatlar için de iyi bir araçtır, ama her şeyden evvel gönül insanı olabilmek, her mesleğin icra edicileri için çok hayatî bir şarttır. Bu kıymetli aracı doğru yerde, doğru kişilere, doğru şekilde kullanmak; gönül kapıları da dâhil olmak üzere, birçok kapıyı ardına kadar açabilir.