Deniz kenarında, sessiz ve huzurlu bir ortamdayız. Kumsalda yalın ayak yürüyüş yaparken dalgaların kıyıya vuran sesiyle sakinleşiyor ve hayatın anlamını bir kez daha iliklerimize kadar hissediyoruz. Rüzgâr hafif bir meltem şeklinde esiyor ve güneş bizi babacan bir sevgiyle kucaklayarak ısıtıyor. Ufka bakarak bulutların gökyüzünü ihtişamıyla yalnız bırakmasına şahit oluyor ve mutlulukla yürümeye devam ediyoruz. Ne kadar da hoş bir hayal! Ne kadar da hayran kalınası bir düş…
Gerçi hayran olmamak mümkün mü? Dünyanın bu güzellikleri nasıl göz ardı edilebilir, nasıl bütün güzelliklere siyah camların ardından bakılabilir ki! Hiç bahar gelmeyecekmiş gibi yaşanır, hep kışta olacakmış gibi umutsuz kalınır mı?
Dünyanın neresine gidersek gidelim, bir şeyi unutmayalım: “Umut.”
Umut bir sırdır! Bu sırrı açığa çıkarmak için doğru hamleler yapmak gerekir. Diyelim ki bir tarlamız var ve bu tarlayı ekeceğiz. Bunu iki farklı şekilde gerçekleştirebiliriz: Ya emek veririz ve tarladan elde edeceğimiz ürünleri düşünerek aşkla şevkle çalışabiliriz ya da bunu bir mecburiyet olarak görür, sadece hayatımızı sürdürebilmek için gelişigüzel yaparız. Seçim bizim, ama herkes kimin daha kazançlı çıkacağını veya lezzet alarak çalışacağını biliyordur, değil mi? Tabiî ki kendini adayan, görmek için gayret eden, yani umutla etrafına bakan kazanır. Umut, henüz açmamış bir çiçektir. Eğer onu sular, bakımını yapar, sevgiyle yaklaşırsak büyür ve güzelleşir. Tıpkı kendi hayatımız gibi… Eğer ümitvar olursak kazanabiliriz, ama bu kazanç her zaman maddî anlamda olmayabilir. Buna rağmen hayattan lezzet almayı başarabiliriz. Fakat eğer kâinatın bütün güzelliklerine gözlerimizi yumarak yaklaşır ve yeise düşersek kaybeden olabiliriz.
Hayat bizim tarlamız. Orayı nasıl değerlendireceğimiz bizlere kalmış, ama elverişli toprağımızı çoraklaştırmamak bizim yararımıza olur. Bakım yapmamak, tohum ekmemek makul müdür?
Dünyaya nasıl bakarsak öyle görürüz. Eğer karanlıklar ardına gizlenerek kendimizi soyutlarsak bu harikulade güzelliklerden mahrum kalırız, fakat gözlerimizi açar, umutla bakar, karanlıklara ışık yakar, zorluklardan yılmadan çalışmaya devam edersek, bu yolun sonunda kazançlı çıkacak olan da yine bizler oluruz.
Hayat toz pembe değil, kimse bunu inkâr etmez, ama diğer yandan karanlıkları aydınlatamayacağımızı da kim iddia edebilir ki?
Ne olursa olsun, ne yaşanırsa yaşansın, ümidimizi hiç kaybetmeyelim! Yarının bize ne getireceğini şimdiden bilemeyiz. Yeter ki her yağmurdan sonra güneş açtığını, her geceden sonra gündüzün geldiğini unutmayalım. Bu konuyla alakalı Mehmet Âkif Ersoy’un dizeleri çok manidardır:
Yeis öyle bataktır ki düşersen boğulursun.
Ümide sarıl sımsıkı, seyret ne olursun!
O zaman var mısınız etrafa ışık saçmaya? Boyalarımızı alıp dünyayı güzelleştirmeye? Bahçelerimizi çiçeklerle doldurmaya? Ümidimizi hiç kaybetmemeye!