Gün ışırken, “Akşama ne yemek yapsam?” telaşesi ile uyanmaya üniversite sıralarında başlamıştım. Haftada bir gün sıra geliyordu, ama ne yemek yapacağım sorusu hafta boyunca aklımın bir köşesinde tazeliğini koruyordu. Yıl sonunda eve gidince, ilk günler “Oh be!” diyordum. Sonra sıkılmaya başlıyordum. Haftada bir gün yemek yapmak aslında bana iyi geliyormuş. Hareketli şarkılar eşliğinde tatlılar yapmak ne kadar mutlu ediyormuş beni. Kulağımda müzik, dünyadan birkaç dakika için uzaklaşmak, kendimle kalma fırsatı veriyormuş meğer. Bu noktadan hareketle öğrenci evindeki yemeklerin lezzet sırrını keşfetmiş oluyorum.
Ülkemiz coğrafî olarak yedi bölgeden oluşur. Yemek çeşitlerine ve lezzetlerine bakınca yedi bölgeden fazlaymış gibi hissediyorum. Her yemeğin hikâyesini çok merak ederim. Yemek yapmak için elimde bir malzeme listesi olur. Alınacakları özenle seçerim. Listeyi birkaç kere tararım. Artık kelimeler renklenmiş ve şekillenmiş olarak vücut bulurlar. Farkına varmadan ezberlemiş olurum böylece.
Öğrenci evinde yeni yemek tarifleri öğrenme fırsatım olurdu. Öğrendiklerimi eve gelince denerdim. Ailemin nasıl karşılayacağını merakla ve heyecanla beklerdim. Hem benimle iftihar etmelerini hem de yeni bir lezzetle tanışmanın onlara verdiği mutluluğu izlemek isterdim.
Kış boyunca tattığım lezzetleri özlediğimi fark ettim; mutfağa şöyle bir uğradım. Dolaba baktım. Neler var diye kontrol ederken muhtemelen başka planlar için düşünülen kuşbaşı et ile selamlaştık. Alt rafta duran patlıcan gözümden kaçmadı. Bakliyat rafında pirinç ile gülüşürken garnitür beliriverdi. Tezgâhın yanında duran patatesler göz kırpıyorlardı. Kulağımda hafif tempolu bir şarkı çınlıyordu. Sebzeler ve bakliyatlarla aynı şarkıyı söylüyorduk şimdi.
Etin iyi pişmiş olanı makbuldür. Tencerede kısık ateşte sakin sakin pişmeye alınırken sebzeler dans ederek tezgâhta kendilerine yer açtılar. Kabuklarından soyunup temizlenmek için su dolu kaba bıraktılar kendilerini. Patlıcanlar çok asiller. Patateslerle aynı kaba giremezler. Suya girip acılarını bırakmadan yemeğe de lezzet katamıyorlar. Zannımca yaratılış gayelerini yerine getirme sevinci ile öncelikle derin bir temizliğe ve dinlenmeye ihtiyaç duyuyorlar. Patatesler tez canlılar. Hızlı, hareketli ve çok lezzetliler. Pirinç de su görmeden güzelliğini ortaya koyamayanlardan… Nişastasından arınması, beyazlığını açığa çıkarıyor. Ayrı bir kapta kendisine de yer verdikten sonra, sıradaki işlemlere geçebiliriz. Bu kadarını hazırlamak şimdiden birkaç şarkı bitirecek kadar vakit aldı. Mutfakta ne kadar zaman geçirdiğimi şarkı listemdeki sıralamadan anlıyorum. Sebzelerle hemhâl olup ağır ağır pişen ete şarkılar söylerken pirince de prenses gibi davranıyorum. “Allahım ne güzel nimetler ihsan etmişsin! Bunları kullanabilecek akıl lütfetmişsin. Bütün bunlar karşılığında Sana layıkıyla şükredememek ne acı!” Daldığım düşünceden kızarmaya başlayan etin sesi uyandırdı.
Sıra hepsini bir araya getirmekte… Bu kadar farklı lezzetin birlikteliğinden nasıl bir eser ortaya çıkacağını, tadanlar damaklarında uyanan lezzet ile tahayyül edebilirler. Halka halka doğradığım soğanları en alta sıralayarak işe başladım. Her nimet kendi sırasını biliyor gibi gözüme ilişiyordu. Besmele ile yerlerine yerleşirken ortaya çıkacak lezzet şölenine sakince hazırlanıyorlardı. Tencerenin kapağı kapanınca tezgâhta kalan mutfak malzemelerinde, görevlerini yerine getirmenin huzuru vardı. Her tabak çanakta içinde bulundurduğu nimetten kalan izler vardı. Temizlenmek için suya ulaştıracak bir ele ihtiyaç duyuyorlar. Mutfağın en zor kısmı. Tabaklara karşı nezaketimi kaybediyor, oflaya puflaya topluyorum. Oysa eşyalar da iz taşırlar. Eşyaya karşı vefalı olan güzel insanları dinlemiştim büyüklerimden. Hatırıma gelen bu güzellik ile bakışım değişiyor. Vazifelerini bıkkınlık göstermeden icra eden porselen, cam ve plastikten şekil almış kaplar kıymet kazanıyorlar bir anda.
Çeşitli düşünceler arasında yemek hazır oluyor. Sıra geldi sunuma. Bir yemeği muhteşem kılan son adım sunumu bence. “Ters çevrilmiş” anlamı ile isimlendirilmiş bu yemeği sininin orta yerine koyuyoruz. Etrafına sırası ile yoğurt ve salata diziyoruz. Kaşıkların “tak tak” sesleri eşliğinde, “oldu, olmadı” heyecanı ile tencere yavaş yavaş yukarı doğru çekilirken ortaya çıkacak görüntü herkesi heyecanlandırıyor.
“İşte o müthiş maklube!” Öğrenci evinde on, belki on beş kişinin bir arada yediği şu “sanat eseri”nin tadına doyum olmuyordu. Şimdi ailecek sini başında oturunca ne kadar az kişi olduğumuzu fark ettim. Takım hâlinde kaşık çatalın olması, herkesin önünde servis tabağının olması ilk gördüğüm maklube sofrasına benzemiyordu, ama maklube tepsisi aynı olmuştu. Ailemin tadınca yapacağı yorumu önemsiyordum. Fakat maklubeyi kaşıklarken arkadaşlarla birlikte yenilen maklubenin daha özel olduğunu düşündüm.