“Es salâtü ve’sselâmü aleyke yâ Rasûlallah”
“Es salâtü ve’sselâmü aleyke yâ Habîballah”
…
Mahalle camiinden gelen selâ sesiyle uyandı. Geç saatlere kadar televizyon seyretmiş, salonda uyuyakalmıştı. İmamın okuduğu selâ dikkatini çekti. Kimin selâsıydı acaba? Mahallede yaşlılar vardı, fakat çok hasta olan birini duymamıştı.
Selânın sonunu, İbrahim Efendi’nin kimi anons edeceğini merak etti. “Garipler Köyü eşrafından…” diyordu imam efendi. Daha da dikkat kesildi. Köylüsüydü çünkü vefat eden. “Ahmet Adıgüzel” diye devam etti imam. Birden ayağa fırladı. Aynı isimde başka kim vardı ki! Amcaoğlu Ahmet miydi? Dedesinin ismi de Ahmet idi, ama o çoktan rahmetli olmuştu. Yanlış mı duymuştu ismi. İbrahim Efendi’nin tekrarına kulak kesildi. Hayır, yanlış değildi. “Ahmet Adıgüzel “diyordu imam efendi. Eşine sormak için “Ayşe, Ayşe!” diye seslendi.
Açık kalan televizyonu kapatıp hanımına haber vermek için koştu. Dış kapının açık olduğunu fark etti. İçeride, kapı önünde birileri vardı. Yakın akrabaları, komşularıydı bunlar. Amcaoğlu Ahmet de oradaydı. Ne işleri vardı evinde bunların? Atletli falan da çıkmıştı karşılarına birden. Biraz utandı, “Hoş geldiniz.” dedi zoraki, fakat kimse onu duymuyordu. Sessiz sinema gibiydi her şey. Kimse onu görmüyor, ona bakmıyordu. Niçin herkes üzgün, ağlamaklı ve fısıldayarak konuşuyordu? Bir anlam veremedi.
Eşinin hıçkırık seslerine doğru gitti. Yatakta kefenlenmiş biri vardı ve Ayşe Hanım başında ağlıyordu. Ürkek adımlarla yaklaştı yatağa. Korkarak ve merakla mevtaya baktı. Kefenlenmiş sadece yüzü açıktı. Evet, kendisiydi kefenin içindeki… Yığıldı yatağın kenarına. Ölmüştü ve selâ onun içindi.
Şok geçiriyordu. Ne yapacağını bilemedi. Kızı geldi aklına. Yatağına koştu, kimse yoktu. Komşular götürmüş olmalıydı korkmasın diye. Kızının yatağına oturdu. Film şeridi gibi hayatı geçti hayalinden.
Keşke sohbete çağıranlarla gitseydim. Keşke namazları vaktinde kılsaydım. Keşke sosyal medyada vakit geçireceğime kitap, Kur’ân okusaydım.
Sonra en büyük pişmanlığı geldi aklına. Bu büyük bir iftiraydı. Yıllardır beraber çalıştığı âmiri Hüseyin Bey’i fişlemiş ve ona iftirada bulunmuştu. Onun yerine geçebilme arzusu ve hanımının bitmek tükenmek bilmeyen harcamaları onu bu yanlışa itmişti. Âmir olacak, daha çok kazanacak, daha rahat bir hayat yaşayacaktı.
Hâlbuki âmirinin iyi bir insan olduğunu, teklif edilen rüşvetleri almadığını, hayır hasenata teşvik ettiğini ve faydalı neşriyata abone yapmak istediğini biliyordu. Bütün bunların terörle hiçbir alakası olmadığını, tersine anarşiyi ortadan kaldırma vesilesi olduğunu çok iyi biliyordu. Fakat nefsine yenik düşmüş, dünyaya aldanmış, şu fâni ömrü bâkî hayata tercih etmişti. Zaten ülke parti devleti haline gelmiş, en ufak muhalif bir söz, yazı veya eylem insanların tutuklanması için yeterliydi.
Halbuki Hüseyin Bey’le tanışmadan önce kulluğuna dikkat eden biri değildi. Bütün bunların değişmesine vesile olan âmirine iftira etmiş, şeytana boyun eğmişti. Nasıl olsa bir cadı avı var, hükümete biat etmeyen herkes fişleniyor, Hüseyin Bey de arada kaynar gider diye düşünmüştü.
Hüseyin Bey’i alıp götürmüşlerdi. Eşi Nur Hanım ve çocukları, mahalle baskısına mârûz kalmıştı. Komşuları eşine selam vermez, çocukları oyuna çağrılmaz olmuştu sokakta. Hüseyin Bey’in anne babası da medya ve hükümetin söylemlerine inanmış, onlar da sormaz olmuştu hâllerini. Ev sahibinin de zorlamasıyla dayanamamış, memlekete taşınmıştı ailesi. Daha basit bir hayat yaşamaya başlamış, çocukları köy okuluna yazılmıştı. Allahtan Nur Hanımın anne ve babası onlara sahip çıkmış, “Üzülme, Allah (celle celâluhu) sabredenlerle beraberdir.” demişti.
Ahmet Bey artık bir âmirdi ve daha zengindi, fakat bir kurt içini hep kemirir olmuştu. Diğer bütün keşkeleri unutmuş, buna odaklanmıştı. Her şeyin sorulacağı o günde bunun da sorulacağını iyi biliyordu. Verecek cevabı yoktu maalesef… Ağlamaya başladı. O kadar çok ağlıyordu ki hıçkırıkları yatağı sallar hâle gelmişti.
Bu sarsıntıyla uyanan hanımı, “Ahmet, Ahmet” diyerek uyandırdı eşini. Kan ter içindeydi. Gözlerini açtı, boş bakışlarla hanımını seyrediyordu. Bütün bunların bir rüya olduğunu anlayarak derin bir oh çekti.
Şimdi gerçekten ağlıyor, “Yanlış yaptık hanım, yanlış yaptık.” diyor, hıçkırıyordu. Hanımı konuşmalarına bir anlam veremedi.
“Biz ne yaptık hanım? Masum insanların hayatını kararttık.”
Gidip hemen onları bulmalıyım diye düşündü ve köyün yolunu tuttu. Nur Hanım’ın yaşadığı köye geldi ve evi buldu. Evde âmirinin eşinin ihtiyar anne ve babası vardı. O gün görüş günü olduğunu, onların da daha biraz önce yola çıktıklarını, hatta yol parasını borç alarak gittiklerini öğrendi. Hapishane başka bir şehirdeydi ve yol uzundu. Ahmet Bey kararlıydı, onları bulacak, kendini affettirecekti.
Vaktinde varmış, daha görüş başlamadan onlara yetişmişti. Ahmet Bey’i gören Nur Hanım hem çok şaşırmış hem de bir anlam verememişti. İlk başta Ahmet Bey’i dinlemek istemese de ısrarlar ve etrafındakilerin de daha fazla dikkatini çekmemek için görüşmeyi kabul etti. Ahmet Bey olan biteni anlattı ve çok içten af dileyerek getirdiği bir miktar parayı zorla tutuşturdu Nur Hanım’ın eline. Kendisi aileden olmadığı için görüşe kabul edilmedi. Âmirinin eşine yalvardı kendi adına af dilemesi için Hüseyin Bey’den ve bekledi kapıda yorgun, bitkin ve endişeli…
Yaklaşık bir saat sonra Nur Hanım ve çocukları diğer ziyaretçilerle beraber dışarı çıktı. Hemen yanlarına giden Ahmet Bey, âmirinin durumunu sordu ve ne cevap verdiğini öğrenmek istedi.
Nur Hanım, eşinin, Rab olarak Allah’tan, din olarak İslam’dan, Resûl olarak Muhammed’den razı olduğunu, kendisini affettiğini, ama eşinin, çocuklarının, ona artık farklı nazarla bakan akrabalarının, komşularının, önü kesilen hayır işlerinden istifade edemeyenlerin hakkı için bir şey diyemeyeceğini ve Rabbine havale ettiğini söyledi. Allah’tan mağfiret dilemesi gerektiğini ekleyerek ayrıldı.
Bir ay sonraki görüşte Nur Hanım, Ahmet Bey’in eşiyle karşılaştı. Ahmet Bey ortada yoktu bu sefer. Ahmet Bey’in, Ayşe Hanım’ı gönderdiğini düşündü. Fakat Ayşe Hanım’ın anlattıkları çok ilginçti ve ülkenin geldiği durumu özetliyordu: Ahmet Bey, bu aileye yardım ettiği için tutuklanmış ve aynı hapishaneye konmuştu…