Medine’nin gülünün kokusunu dünya gözü ile görmeden duymuş nadide kadın.
Nasıl bir sevdaydı ki sendeki, yudum yudum çektin içine onunla alâkalı duyduğun her kelâmı.
Nasıl bir sevdaydı ki babandan, kardeşinden, kocandan, hatta evladından dahi kıymetliydi…
Nasıl bir sevdaydı ki hakkında duyacağın en küçük rivayet için diz çöküp el âlemin evini temizlemeye razı olmuştun…
Kapı kapı dolaşıp her yoluna çıkanı durdurup “Ben senin evini temizleyeyim, sen de O’nu anlatarak gönlümü temizle! Ben sana bir tas çorba kaynatayım, sen de benim yüreğimde yanan sevda ateşini O’nunla söndür.”
Yıllarca kuru sofranda bir lokma ekmeği evlatlarına pay ederken O’nun hakkında öğrendiklerini gözünün parelerine aşkla, heyecanla Onu anlatırken en zengin sofralardakinden daha leziz oluvermişti yemeklerin…
Sadece sofrada dinledikleri sevda türküsü ile âşık etmiştin üç evladını da…
Öyle bir anlatmıştın ki Resûlullah soluyor, Resûlullah diyor doyuyor, Resûlullah’a bir şey olacak diye ödleri kopuyordu yiğitlerinin…
Söylesene ey Sümeyra, bu nasıl bir sevdaydı?
Sen insanlığı, analığı nasıl bir mertebeye yükselttin?
Ne Uhut’ta ne Bedir’de senin kadar korkan biri var mıydı? Korkun nefsinden değil, korkun sevdiklerinden değil, korkun evlatlarından, ailenden değil… Korkun Resûlullah’ın saçının bir tek teline zarar gelmesindendi.
Nasıl bir korkuydu ki bu, öldü haberini duyduğun an, atın tepesine atlamış, soluğu meydanda alıvermiştin.
Yüzükoyun yatan her bedene sokulup “Allah’ım O olmasın, ne olur!” naralarıyla yüzlerine bakıp bir “Oh!” çekmiş, bir sonraki bedene kadar erim erim erimiştin…
“Yâ Sümeyra! Kocan burada!” dediler, “Oh!” dedin.
“Ey Sümeyra! Baban burada!” dediler, “Elhamdülillah.” dedin.
“Kardeşin gitti.” dediler, yüreğini bile titretmedin. Peki kimdi aradığın?
Ne zaman ki Güller Gülü’nün kokusunu çektin içine…
Dudakların cana geldi.
Gözlerin aşkla baktı.
Bedeninin her bir zerresi hissederken O’nun varlığını…
Dilinden döküldü meleklerin bile kulak kabarttığı o cümlen.
“Külli musibetin ba’deke celelün yâ Resûlallah!”
“Sen iyisin ya, bütün musibetler bana hafif gelir yâ Resûlallah!”
Bu nasıl bir sevda!
Nasıl bir aşk ateşi!
Dudakların yanmadı mı bu sözleri söylerken?
Sen de bir evlat, bir kardeş, bir eş ve bir ana değil miydin?
Senin de bir nefsin yok muydu?
Nasıl yandın ki senden gayrısını da yandırdın.
“Ona bir şey olursa eve gelmeyin!” derken nasıl inandın da onları da inandırdın.
Sen bize ne ağır, ne kıymetli bir miras bıraktın!