Yılın son ayıydı. Aralık olanca soğuğuyla kapılara dayanmıştı. Tam 15 yıl olmuştu. Nasıl da hızlı geçivermişti yıllar. Oysa daha 27 Aralık 2007’de o minicik elleriyle annesine “Merhaba!” deyivermişti Betül. Uzun ve soğuk gecelere inat o, sıcacık kundağında annesinin ruhuna ve bedenine batan kıymıkları bir hamlede temizleyivermişti. Annesinin dünya hayatı sanki o anda yeni başlamıştı. Artık ekinoks tarihlerinin ya da mevsim dönüşlerinin bir önemi kalmamıştı. Çünkü her günün ve ayın adı “Betül”dü bundan böyle.
Betül’ün annesi “Kızlarının bol bol fotoğraflarını çek! Çok çabuk büyüyüveriyorlar.” demişti telefonun diğer ucundaki sese. Fani dünyanın gelip geçici karelerini ebedileştirmek istiyorduk, ama nafile! Dünyaya bakilik sığışmıyordu, belki dünyevî manzaralar bakileştirilerek âhiret âlemine gönderiliyordu.
Zaman âdeta kâinatın gerdanına ziynet gibi yerleşivermiş. Takanların kimini yaşlı kimini de genç göstermiş. Hele hele inci gibi dizilen gezegenlerdeki estetikten tutun da kâinat orkestrasındaki her bir nağme, bize O’nun (celle celâluhu) cemal ve kemâlinden haber veriyor.
Telefonun diğer ucundaki ses, hafif çatallaşarak “Haklısınız, benim ufaklığa bakınca yılların nasıl geçtiğini daha iyi fark ettim.” deyiverdi. İlkokula yeni başlamıştı, okuma yazma öğreniyordu Beyza. Altı yıl önce “yarık damak” ile doğmuştu. Doğumunun ardından onu muayene eden doktorlar, ağzının içine bakmadıklarından mıdır bilinmez, Beyza’nın yarık damak olduğu üç gün sonra kontrole gidilince anlaşılmıştı. Doktorun her şeyden habersiz minik Beyza’nın ağzının içine bakmasıyla “A, bu bebek yarık damak!” diye çığlık atıvermiş ve “Ameliyat şart tabiî ki; beslenmesi de zor hâliyle!” diye bir nefeste çıkıvermişti kelimeler.
Beyza’nın annesi zaten ağrılarından dolayı ayakta durmakta zorlanırken doktorun bir çırpıda söylediği cümleler karşısında zaman kavramını yitirmişti sanki. Bu sözler kalbini allak bullak etmişti. Duyduğu acı, zaman havanında tekrar ve tekrar dövülüyordu.
Daha Beyza’nın anne ve babası kendine gelemezken bu ameliyatı yapacak doktoru aramaya başlamışlardı. O zamana kadar “yarık damak” ne demek, onu bile bilmezken nerede bulacaklardı? “Plastik Cerrahî” tabirini, filmlerde estetik ameliyatı yaptırmak için giden karakterlerden duymuşlardı. O gün acı bir tecrübe ile plastik cerrahların yarık damak ameliyatlarına girdiklerini de öğrenmişlerdi. Yalnız gariptir ki Türkiye’de her plastik cerrah, bu ameliyatı yapamıyor, sadece araştırma üniversite hastaneleri yapabiliyordu.
Bin bir zorlukla aldıkları randevuda doktorun en önce sorduğu soru, “Ailede yarık damak olan var mı?” olmuştu. “Bu genetik bir hastalık.” demişti. Beyza’nın anne ve babası birbirine bakakalmıştı. Çünkü birinci dereceden akrabayı bırakın, bilinen üç nesle kadar böyle bir şey ne görülmüş ne de duyulmuştu! Doktorun ağzından çıkan her bir kelime, annenin kalbini toprağa veriyormuşcasınaydı. Yarım saat boyunca anne kaç kere ölüp dirildi, bilinmez! Bu sadece Beyza’nın annesine has bir durum değildi. Hangi anne olsa o odada bilir bu sessizliğin dilini, alır acının kokusunu!
Beyza’nın annesi anlamıştı. Bu bir imtihandı ve biliyordu ki mülk O’nundu. Bizler O’na aittik. Sabırla beklemeye başlamıştı anne de baba da. İzin günleri bitmiş, doktorla bir yıl sonra ameliyat için sözleşmişlerdi ve hicret diyarları Myanmar’a geri dönmüşlerdi. Bir yıl tıpkı küçücük bir iğnenin deliğinden ipi geçirmeye çalışır gibi geçecekti. Zira yarık damak demek, her bebeğin fıtratında olan emme fonksiyonunu Beyza’nın yerine getirememesi ve yeterince beslenememekti. Bu durum, mikroplara açık kalmış bir kapıydı.
Lakin Myanmar’a gideli daha iki ay bile olmamıştı ki kara günlere boyamışlardı günahsızların evlerini… Yalanlarla prangalara vurulmuştu gelecekleri. Vicdanlarını sanki ameliyat masasında bırakmıştı insanlar! Tertemiz, günahın esamesi bulunmayan Beyza, büyümeye çalışıyordu her şeye rağmen. Ne yazık ki doktoruyla sözleştiği tarihte tekrar buluşamayacaktı. Bulundukları ülkede başlarının çaresine bakmalıydılar. Lakin bu ülkede böyle bir ameliyat yapılmıyordu bile! Bir yaşına kadar bu ameliyatı da olmalıydı Beyza. Yoksa kritik yaşı geçirirse belki de konuşamayacaktı! Komşu ülkedeki doktorları araştırdı Beyza’nın anne ve babası. İnternetten İngilizce bilen bir doktor ve randevu saatine göre uçak biletiyle hastaneye yakın bir otel ayarladıktan sonra Bangkok’un yolunu tuttular.
Koala gibi annesine yapışık gezen bu şirin kız, nereye gittiğinin farkında değildi, ama anne ve babası tedirgindi. Doktor ne diyecekti, nasıl bir yol izleyeceklerdi? Zira Türkiye’deki doktor gözlerini epey korkutmuştu. “Bazen ikinci bir ameliyat bile gerekebilir.” demişti. Bu cümleler Beyza’nın annesinin kulaklarında çınlarken kapı açıldı ve doktor gülümseyerek yerine oturdu. Durum özetlendikten sonra doktor, ufaklığı muayene etti. Beyza bu yabancı yüzü görür görmez koyuvermişti gözyaşlarını. Muayene bittikten sonra doktor, sandalyesine oturmuş, bacak bacak üstüne atıp “Çok rahat bir ameliyat olacak, tek seansla biter, hiç merak etmeyin!” demişti. Nasıl yani, bu kadar basit miydi? Yoksa yüzlerindeki tedirginlik çok belliydi de doktor onları rahatlatmaya mı çalışıyordu?
Ameliyat günü gelip çatmıştı. Bir gün öncesinden tahliller yapılmış ve hastane önlüğü minik Beyza’nın üzerine oturmuştu. Ameliyat yaklaşık iki saat sürecekti, ama sanki dakikalar asra bedeldi. Haber gelmişti en sonunda ve koşarak yoğun bakıma gitmişlerdi. Birkaç gün hastanede kaldıktan sonra taburcu oldular. Yolun son virajına gelmişti Beyza. Dört hafta kadar ellerini ağzına götürmemesi gerekiyordu ve sıvıyla beslenecekti. Parmaklarını ağzından uzak tutmak için kolları, özel sargılarla bağlanmıştı.
Bütün bunlar yaşanırken zamanın hangi boyutunda ilerliyorlardı bilinmez! Derdini veren dermanını da gönderiyordu. Nereden bileceklerdi bu tılsımlı derdin devasının da Tayland’ın Bangkok sokaklarındaki alelade bir hastanesinde olduğunu! Ameliyattan bir sene sonra cebr-i lütfî ile Almanya’ya hicret etmişlerdi. Konuşma terapisi almak için evlerine yakın olan çocuk doktoruna gitmişlerdi. Beyza’nın durumunu anlattılar. Doktor, miniğin ağzını açıp muayene etmek istedi. Yaklaşık beş dakika boyunca ağzının içine, sağa sola, aşağı yukarı baktı. Beyza’nın annesi tam endişeye kapılacakken doktor ellerini birbirine çarptı ve “Çok garip, ama ben bir dikiş izi bile göremedim; çok ustaca yapılmış. Siz söylemeseniz böyle bir ameliyat geçirdiğini bilemeyecektim. Hiç anlaşılmıyor, normal bir damaktan farkı yok!” dedi.
Ameliyattan kısa bir süre sonra Beyza’nın ailesi, estetik ameliyatlarda en başarılı ülkenin Tayland olduğunu öğrenmişti. Sırf bunun için insanlar büyük zahmetler çekerken kâinatın Sahibi, minicik Beyza’yı, habersizce şifa bulacağı memlekete doğru esen kader rüzgârına bırakıvermişti.
Birden beş sene öncesine dalan ve irkilip kendine gelen Beyza’nın annesi, telefondaki sese dönüp “Lütfen, Betül’e doğum günü dileklerimi iletiniz. İyi ki doğmuş Betül, Allah bahtını açık etsin. Zamanın ve zarafetin Sahibine güzel bir kul eylesin!” dedikten sonra usulca telefonu kapattı.