“Hasan hocamızı tanımak için onunla uzun yıllar geçirmenize gerek yok. Beş dakika beraber otursanız, onun âdeta Asr-ı Saadet’ten çıkıp gelmiş gibi farklı bir maneviyatı olduğunu hemen anlarsınız.” cümlelerini söylerken gözleri dolmuştu, Hasan ağabeyin yıllar önceki vefakâr talebesinin.
Hasan Işık ağabey, 57 yaşındaydı. Mısır El-Ezher Üniversitesinden mezun olmuş, ardından yıllarca Arapça, fıkıh ve tefsir dersleri vermişti. Kurra hâfız olan nezaket abidesi Hasan ağabey, Furkan-ı Hakîm’i öğretmeye ve anlatmaya ömrünü adamıştı.[1] Hak ve batılın birbirinden ayrılması için yıllarca mücadele etmişti. 14 Mayıs 2021 tarihinde gurbet diyarı olan Yunanistan’ın Atina şehrinde, Rabbimizden ümidimiz odur ki Hizmet şehidi olarak şehadete yürüdü. Onu her gördüğümde kendi kendime, “Allah bana şu peygamber âşığı zata hizmet etme fırsatı verse de yanından ayrılmasam.” diyordum. Altı ay gibi kısa bir vakit geçirdik belki, ama talebesinin de bahsettiği gibi, onu tanımak için beş dakika bile yeterdi. Konuşması, bakışı, yemesi, yürüyüşü ve kendisi… Baştan başa başka bir âleme ait gibiydi. Soy ismi ile müsemma olan Hasan ağabey, etrafa ışık saçıyordu.
Hasan ağabey entübe olmadan bir iki gün önce, hâlini soracak bir mesaj attığımda bana bir ses kaydı göndermişti. Güçlükle alıp verdiği nefeslerin arasından şu sözleri hatırlıyorum:
“Serhat Bey, iyiyim, elhamdülillah. Hakkınızı helal ediniz.”
Ölüm döşeğinde bile kullandığı nezaket sözcükleri, beni daha da etkilemişti. Kendisinden 30 yaş küçük birine “Bey” demekten geri durmuyordu, Kur’ân ahlakı ile ahlaklanmış nadide insan…
Birini yolcu etmek için ayağa kalkar, o kişi gözden kayboluncaya kadar kapıdan ayrılmaz, tebessüm eden nurlu yüzünü üzerinizden ayırmazdı. Bir Yunan vatandaşını bir gün evinde misafir ettikten sonra, onları asansöre uğurlamış, onlar asansöre bindikten sonra dört kat aşağıya koşarak onların dış kapısını açmıştı. Yunan vatandaşı bu tablo karşısında çok mahcup olmuş ve gözyaşlarını tutamamıştı.
Bana gönderdiği ses kaydından 22 gün sonra ruhunu Rahman’a teslim etti. Korona virüsü, onun Rabbine kavuşmasına vesile olmuştu. Hastaneye kendisinden kalan eşyaları almaya gittiğimizde mavi bir torba içinde kıyafetlerini ve diğer eşyalarını vermişlerdi. Kendisinden geriye sadece bu torba kalmıştı. Ailesine göndermek üzere kalan eşyalarını toparlamak vazifesi de bana düşmüştü. O eşyalara özenle temas ediyor, o anın vermiş olduğu manevî ağırlığı bütün vücudumda hissediyordum. Aldığı hiçbir ürünün ambalajını atmamış, her köşesine notlar yazmıştı. Âyetlere, hadislere, tefsire, fıkha dair bu notlara gözüm ilişti. Bal gibi tatlıydı yazılanlar, tıpkı bir gün bana ikram ettiği kahve gibi…
Bir gün kendisini ziyarete gittiğimde, “Serhat Bey evimizde ikram edecek bir şey yok, ben size kahve yapayım.” demişti. Israrını reddedemedim ve az şekerli bir kahve istediğimi söyledim. Şeker hastası olan Hasan ağabey, şekeri her zaman tüketemediği için olacak, yaptığı kahveye biraz fazla şeker atmıştı. Kahveyi yudumlayınca şekerin tadını aldım. Tebessüm eden gözlerle karşımda durmuş, “Nasıl olmuş?” sorusunun cevabını bekliyordu, yufka yürekli ağabeyim.
“Abi, çok güzel olmuş.” dedim. O da, “Hakkınızı helal ediniz, ben şekeri her zaman kullanamıyorum, ama seviyorum. Belki şekeri sevdiğim için biraz fazla atmış olabilirim.” demişti. Onu mahcup etmeyi aklımın ucundan bile geçiremezdim. Hassas ruhunu kırmak gibi bir edepsizlik yapamazdım.
“Hayır abi, tam da kıvamında!” dedim. Gözleri güldü, benim de kalbim…
Hasan ağabeyin kıymetli ailesi, defin yeri için karar verme aşamasındaydı. Zor bir karardı. Memleketine mi dönecekti, yoksa hicret beldesinde mi kalacaktı? Bir süre sonra ailesinden şu karar geldi: “Hicret beldesine defnedilmek Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) sünnetidir. Biz de onun Yunanistan’a bir tohum gibi düşüp sonraki nesiller için bahar çiçeği olmasını istiyoruz.”
Gümülcine’ye gitmek üzere Dedeağaç Havalimanına ulaştık. Bu havalimanını diğerlerinden ayıran bir özellik vardır. Ülkesini terk etmek zorunda kalanların zorlu kamp dönemi sonrasında yeni bir hayata başlamak için Atina’ya gitme vesilesidir bu havalimanı. Konuşsa kim bilir neler anlatacak o duvarlar.
Uğrayanlar, kendilerinden bir iz bırakıyor buraya. Havalimanında uçağa binmeden önce, köşede duran bir ağaç var. Bu ağaca her gelen bazı notlar asmış. Notlarda şiirler, sözler, dualar, ümitler var. Bu ağaca Hasan ağabeyim için şunları yazıp asmıştım: “Bu beldede Hizmet şehitlerinden Hasan Işık ağabey yatmaktadır. Fatihanızı esirgemeyin.”
Muhterem Fethullah Gülen Hocaefendi, sahabe efendilerimizin hicret beldelerinde vefat edip oraya defnedilmesini, sonraki uyanışlar için bir tohuma benzetir ve “Onlar oranın manevî bekçileridir.” der. Peygamber yolunun birçok yolcusuna geçit olan Yunanistan’ın Gümülcine şehri, onu bu niyetle bağrına basmıştı.
Kur’ân’ı Kerim, “Kim Allah yolunda hicret ederse dünyada gidecek çok yer, genişlik ve bolluk bulur. Kim evinden Allah’a ve Resulüne hicret niyetiyle çıkar da yolda ecel gelip kendini yakalarsa o da mükâfatı hak etmiştir ve onu ödüllendirme Allah’a aittir. Allah gafurdur, rahimdir (affı, merhamet ve ihsanı boldur).” (Nisa, 4/100) beyanıyla bize bu kahramanlardan bahseder. Ziyaret etme imkânı bulursanız, Hasan ağabeyin mezar taşında bu âyet-i kerimeye rastlayacaksınız.
O, Allah’a (celle celâluhu) ve peygamberine hicret etmişti. Rabbim onun hicretini kabul buyursun, bizlere onun ve emsalinin iman şuurunu ihsan etsin ve bizlere de böyle kutlu bir şeb-i arus nasip etsin.
Dipnot
[1] Murat Akkurt, “Hasan Işık”, http://bitenhayatlar.com/hasan-isik/