Kalemler, arkalı önlü yazılmış not kâğıtları ve ekranı hâlâ açık olan dizüstü bilgisayar masayı kaplamıştı. Sınavda çıkacak olan ve üstünden geçmesi gereken iki konusu daha vardı İnci’nin, ama bunun için gerekli enerji ne onda ne de bilgisayarında yoktu. Şarj uyarısını ikinci verişiydi. Saat 1.00’i çoktan geçmişti. Gözleri bir açılıyor bir kapanıyordu. Beş saatlik uykuyla bir sınava girmiş ve yarınkine çalışmıştı, ama artık bünyesi dayanamıyordu. Bu eziyete daha fazla devam etmemek için alarmını kontrol etti. Sabah namazına kalkabilmek için dualarını okudu ve yattı…
Gözleri yavaşça aralandı ve camdan içeriye sızan ışığı gördü. Birkaç saniye ne olduğunu kavrayamasa da sonradan sızan ışığın ne anlama geldiğini anladı. Doğru zamanda kalktıysa havanın aydınlık olmaması gerekiyordu. Yataktan fırlayıp telefonuna koştu. Saati görmesiyle kalbinde derin bir acı hissetti. Sabah namazının vakti çıkmıştı! Kalkamamıştı! Dualarını da okumuştu aslında… “Acaba dualarımda samimi değil miyim?” diye düşünmeye başladı.
İçinde kötü bir his oluştu. Sanki kalbi kararmış gibi hissediyordu. Kaza namazı kılmayı, içine bir nebze olsun su serpmeyi isterdi, ama güneş doğalı kırk beş dakika olmamıştı, yani hâlâ kerâhet vaktiydi. Hazırlanıp çıkması gerekiyordu. Otobüs gelmek üzereydi…
İlk iki dersi çoktan bitmişti. Öğle arası olduğu için mutluydu, zira sabah kahvaltı yapamamıştı. Yemekhanede oturmuş yemek yerken öğle namazını nerede eda edeceğini düşünüyordu. Bir aksilik olmazsa gelecek teneffüste, sınavdan önce namazını kılabilirdi.
Yemekten sonra abdestini aldı. Önceden hazır olmak daha iyi hissettirmişti. Özellikle sabah namazının mahcubiyetinden sonra…
Diğer dersin bitmesini sabırsızlıkla bekledi. İkindi vaktinin zamanı daha da yaklaşıyordu. Ders bittiğinde sınıftan çıkarken hocası İnci’ye seslendi. Yanına çağırıyordu. Oysaki İnci’nin gidip namaz için yer araması gerekiyordu. Genellikle çalışma odalarında kılıyordu, ama bazen dolu oluyorlardı. Bu durumda spor salonundaki tek kişilik giyinme odalarından birini kullanıyordu.
Zaman kaybetmemek için hızla hocasının yanına gitti. Neyse ki önemli bir şey yoktu. Hemen çalışma odalarına bakmaya başladı, ama ne yazık ki hiçbiri boş değildi. Yine bir telaş hissetti, çünkü zaman daralıyordu. Spor salonuna koştu, fakat her zamankinin aksine bugün oranın da dolu olduğunu gördü. Kalbi yine telaş ve üzüntüyle atıyordu. Cemetmekten başka çaresinin olmadığını düşündü.
Fizik sınıfına geldiğinde ilk ders çalışma yapılacağını, ardından hiç ara verilmeden sınav olacağını öğrendi. Bu İnci için hiç iyi değildi. İlk derste hızlıca sınavı bitirip çıkmayı planlıyordu, ama planları alt üst olmuştu. “Şimdi ne yapacağım?” diye düşündü.
Hem öğleni hem de ikindiyi kılması gerekiyordu, ama yine vakit sıkıntısı baş gösteriyordu. Dersler 75 dakika ve namaz vakitlerinin arası çok kısa olduğu için namazları vaktinde eda etmede zorluk yaşıyordu. Ne yapacağını bilemez bir hâlde sınıfa girdi. Çıktığında akşam vaktine çok az bir vakit kalıyordu. O sürede yer bulup iki vakti cemetmek çok zor olacaktı. Hocadan izin istemeyi düşündü, ama o sırada sınav başladı. Zihnini bir türlü toparlayamıyordu. Çalıştığı konuları bile unutacak hâle gelmişti. Sadece nasıl ve nerede namaz kılabileceğini düşünüyordu. Son 10 dakikaya kadar da kimse dışarı çıkamıyordu.
Duvardaki saatin çıkardığı sesler kafasının içinde çınlıyordu sanki. Soruları okuyor, ama anlayamıyordu. Anlasa da cevabı bulamıyordu. O derece karmaşık bir hâldeydi.
Sınav biter bitmez ayağa kalktı. Akşam namazına 15 dakika vardı. Yetişebilirdi. Umutla kapıya koştu, ama dikkatsizliğinin kurbanı olmuştu. Ayağının takılmasıyla masanın demirine çarptı. Kaşından kan akıyordu. Acı umurunda değildi; abdesti bozulmuştu. Lavaboya koştu. Sabahtan beridir oluşmaya devam eden acı kat ve kat büyümüştü. Yine vakit çıkmıştı. Bütün gün toplanan gözyaşları sonunda akmaya başladı.
Dışarı çıkarak otobüse ilerledi. Son ders olduğu için okul kısa süre içinde kapanacaktı. Akşamı evde kılmalıydı. Otobüsü yetişirse zamanında kılabiliyordu. Bu yüzden otobüs durağına koştu. Nefes nefese kalmış bir hâlde durakta beklerken otobüsü kıl payı kaçırdığını fark etti. Neydi bu böyle? Akşam namazını da kaçırırsa ne yapardı?
Artık gözyaşları derya olup akmaya başlamıştı. Telaştan ne yapacağını bilmez bir hâlde bir o yana bir bu yana ilerliyordu.
Okula dönüp kapanmış mı diye kontrol etmeyi düşündü. Tek aklına gelen buydu. Koşarken gözlerinden akan yaşları durdurmaya çalışıyordu. Önünü iyi göremiyor, ama koşmaya devam ediyordu. Kaybedecek vakit yoktu. Dünyadaki her şeyden değerli olan namazları bugün kaçıncı kere elden gidiyordu.
Bir anlık hatayla, karşıya geçerken etrafına bakmamış, süratle gelen arabayı görememişti. Büyük bir gürültü. Çarpma anı. İnsanların haykırışları… Yerde hareketsiz yatıyordu. Acı yoktu. His yoktu.
Sadece uzaktan gelen bir ses vardı.
Sarsılmasıyla beraber olduğu yerde sıçradı. Yatağındaydı. Güvendeydi. Kardeşinin telaşlı gözlerine bakarken yanağındaki ıslaklığı sildi. Gözyaşları yanağını ve yastığını ıslatmıştı.
Kardeşinin korkulu gözlerine bakarak “Kâbus!” deyiverdi. Hava karanlıktı. Saate bakmak için doğrulduğu zaman 4.00’e geldiğini gördü. Daha sabah namazı vakti bile girmemişti. Saati görmesiyle içine öyle bir su serpildi ki sevinçten attığı çığlık neredeyse herkesi uyandıracaktı. Huzurla abdest alıp şükür namazı kıldı. Her şeyin bir kâbus olmasına, hiçbir namazını kaçırmamasına şükretti.
Sabah namazından önce sınava çalışırken içinde bir huzur hissetti.