Sonbahar düşmüş şehre. Gökyüzü ve dünya sakin. Yapraklar usul usul, yağmur damla damla dökülüyor. Artık eskisi gibi kucaklamıyor güneş dünyayı. Gözlerimi açıyorum düşünceli bir gecenin ardından, gri bir sabaha. Huzurluyum. Sesi kısılmış dünyanın ve insanların… Şimdi Sâni-i Hakîm, sergi sergi eser sunuyor. Bir temaşagâh; seyir tutturuyorum. Bütün gürültüleri bastırıyor. Gözlerimi olabildiğince tefekküre aralıyorum. Camımda rüzgârın alıp getirdiği damlalar ve tökezleyerek ışınlarını aksettiren güneş. Dışarıdaki sergiye uyum sağlıyorum ben de huzur dolu elbiseler giyerek. Arabanın ön camında, paha biçilmez bir eser karşılıyor beni. Yolculuk boyunca arabayı sürdüğümü zannediyorum, oysa bir tefekkür demi alıyormuşum. Dilim, gayriihtiyarî bir zikir tutturuyor. Mırıldana mırıldana varıyorum mekâna.
Cam ile döşenmiş boydan boya bu oda, duvarların kasvetinden âzâde kalmayı başarmış bir tasarımcının varlığını hatırlatıyor; mutlu oluyorum. Yağmur tanelerinin süslediği ceketimi sandalyenin arkasına bırakıyor, çantamı köşesine asıyorum. Toparlanıp şimdi seyrime devam edebilirim diyerek tefekkür demime dönüyorum. Maddeyle sınırlanamayan ruhum, bir anda anılar tufanına yakalanıyor ve o an mekândan, zamandan bağımsız, sanki manevî bir Burak ile yolculuk yapıyorum. Yıllar öncesine, kilometreler ötesine gidiyorum. Bedenim ve ruhum buluştuğunda yeniden, dış dünyadan gelen gözyaşı dürtüsü ile uykumdan uyanıyorum. Bir an… Ardından ben yeniden maddenin içine emanet ediliyorum.
Beklediğim kişi geliyor, sarılıp selamlaşıyoruz. Her yerde O’nun (celle celâluhu) rızasını arayan fakir ve acizleriz; her yerde O’nu arayan kimsesizleriz biz. Bu yüzden O’nun ve en sevdiğinin adı ile selam veriyoruz birbirimize.
Muhabbet ne hoş bir tabir, sevenin sevdiği ile hemhâl olduğu an sözlerinin, hislerinin. Eğer maksudumuz O (celle celâluhu) ise, O’nun rızası ile, çekilmiş bir avuç taze kahve çekirdeğinin kokusuyla aralanıyor sohbetin kapısı, dalıyoruz içeriye. Kahve severler, bir topluluktur. Bir fincan kahvedir unutulmaz sohbetlere vesile olan. Bedenimde ve ruhumda etkisini gösterir kahve. Onun hakkında konuşmasam, hakkını vermemiş olurum. Böylece derin sularında kaybolduk, açıldık engin ufuklarında muhabbet deryasının. Niyet O’nunla süslü, O’nunla dolu olunca sürükleniyoruz bir akıntı ile O’na.
İnsanın isim olduğu, hayatın ise fiil olduğu bu kelimeler, “zaman” ile cümle olur. Zaman insanı hayata, hayatı ise insana bağlar. Bu yüzden zamanın konuşulmadığı ne bir insan ne de bir hayat söz konusu olabilir. Biz de ortak sancımız, müşterek nimetimiz olan “zaman tanzimi” ile alâkalı hasbihâl etmeye başladık. Bize emanet edilen 24 saati nasıl kullanmalıyız? Kulluk merkezli bir dengeye ihtiyacımız var, zira hayat bir itidal sanatıdır. İfrat ve tefritten uzak kalmayı başaranlar bahtiyardır.
Problemi tanımlamış olmanın verdiği huzurla, çözümleri aramaya başlıyoruz. Açıldıkça tevekkül kıyısına sürükleniyoruz. Her derdin dermanı olan Allah (celle celâluhu), her maraza tiryak ihsan eder. Tefekkür ile başladığımız bu yolculuğa, muhabbet vasıtası ile devam edip sahil-i selamet olan tevekküle varıyoruz.