Hastalığı nimet bilmek dahi bir şükür vesilesi imiş. Kusursuz yaratılışımın şükrünü eda edememenin yanında küçücük bir mikrobun varlığı ya da bir hücrenin vazifesini yapamaması, çınar misali insanları devirmeye yetiyor. Bu kadar acz ve fakr içerisinde nasıl oluyor da “Ben!” deme gafletine düştüğüme hayret ediyorum. Gafil kafaya bir tokmak, dünya gölgeliğinin ne çabuk elden gideceğini hatıra getiriyor.
Şiddetli bir baş dönmesinin, dünyamı değiştirebileceğini de böylece öğrenmiş oluyorum. Öyle bir dönme ki her renk ve cisim iç içe geçmiş, birbirini kovalıyor sonra da süratle dolaşıyorlar baş ucumda. Bu hâl, her şey siyah olana kadar devam ederken ben yeniden ışık gördüğümde epey vakit geçmiş oluyor. Belli ki her şey ve her renk bu aralar oyunlar oynamayı, beni de aralarına almayı istiyor! Tez canlı birini, kendileri kadar enerjik mi sanıyorlar yoksa! Bu kadar enerji nasıl sükûnete ererdi başka türlü? Bu neşeli karmaşaya ayak uyduramayınca hastaneye gitmek elzem oluyor. İşin ehli olan tabipler, neye nasıl ayak uydurmak gerektiğini iyi biliyorlar neticede.
Acil servisten eve çabuk döneceğimi düşünüyordum. Gece boyunca, gözlerimi kapatınca biraz sakinleşen baş dönmesi için bir çözüm bulunamadı. Daha geniş tetkikler için başka bir hastanenin yolunu tutarken ambulansın dışarıdan görüntüsü aklıma geldi. Ne zaman bir ambulans görsem dua ederim. İçinde bulunan hastaya şifa, görevliler için kolaylıklar lütfetmesini dilerim Rabbimden. Hastanede yeniden ve daha uzun süren tetkikler neticesinde sorunun kaynağı bulunamadığı için bir süre kalmam gerektiğini söyleyen doktora, “Bebeğim var.” diyebildim.
Sonra yine karanlıktan ışığa doğru yol ararken buldum kendimi. Sedyede bulunduğumu, küçük tümseklerden atlarken yaşadığım sarsıntıdan anlıyorum. Bir süre etrafımı ve olup biteni anlamaya çalışırken yine baş dönmesine yenik düştüm.
Sabah güneşi ile güne merhaba diyerek uyandım. Aslında öyle olmasını istedim. Epey uzun ve zahmetli bir gecenin sonunda, fecri dilimde tesbih ile karşılamak istiyordum. Şifa vesilesi için bir anlık hissiyat ile “ya Allah, ya Kerim, ya Rahim, ya Rahman, ya Vekil” tesbihini çekmeye niyet ettim. Parmaklarımla sayarken yanımda bulunan yaşlı teyzenin ritmime eşlik etme çabasını fark ettim. Oldukça sessiz ilerlerken beni nasıl duyduğunu anlamaya çalıştım.
Saat 05.39… dünya gölgeliğinin bittiğine şahit oluyor ya da o anki baş dönmesi ile artık her şeyin son bulduğu noktayı yaşadığımı düşünüyordum. Birilerinin gelip bir şeyler yapmasını bekliyordum. Yabancı bir yerde, dilini bile henüz tam konuşmadığım insanlara, şahit olduğum manzarayı nasıl anlatacağımın telaşı sardı bir anda. Acil butonuna uzandım. Birkaç santim uzaktaki butona ulaşmak için bu kadar güç harcayacağım aklıma gelmezdi. Yerimden doğrulup butona uzandım ve bütün gücümle basarak “Hilfe! Hilfe!” diye yardım istedim. Sonra gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Çünkü o kadar şiddetli bir baş dönmesi yaşıyorum ki etrafımdaki her şey karanlığa sürükleniyor gibiydi.
Gecenin yorgunluğu ile gözümü açtım sabahın nuruna. Dışarıdan gelen ayak sesleri alışılmış bir ritimdeydi sanki. Zihnimi yokluyorum. Neredeyim, ne yapıyorum soruları ile kendime gelmeye çalışıyordum. Evet, hatırlıyorum hastaneyi, yapılan tetkikleri, gece boyunca dilimde olan tesbihi ve dünya gölgeliğinin insanı neredeyse terk ettiği anı. Bir gün bu gölgelikte misafirlik sürem dolacak. Bunu çok defa duymak ile terk edip gideni görmek arasında, gerçek ve rüya arasındaki kadar fark varmış. Her hâlimizde bize Zât’ını hatırlatan Rabbimiz, bizi Sensiz bırakma!
Hastalık karşısında aczini fark etmek, bu acizliğe rağmen nimetlerin büyüklüğü ve bolluğu karşısında şükretmek ve şükrünün yetersiz kaldığını bilmek, daha fazla şükretmek için gayret etmek de bir nimet imiş.