Yazar: Yusuf Egeli
Gemlik zeytin ağacı, yüzyılların sessiz tanığıdır. İnce gövdesindeki her yarıkta başka bir hikâye gizlenmiştir. O, kökleri Ege’nin tuzlu toprağına sarılmış bir sevda gibi derinlere inerken göğe uzanan dallarında sabırla yeşeren umutlar taşır.
Yaprakları, rüzgârla fısıldaşır; her esintide toprağın sırlarını anlatır gibi hışırdar ve zikrini eda eder. Ve dallarında salınan zeytinler… Sadece meyve değildir onlar, bir halkın sofrasında sabırla mayalanmış, geçmişin izini taşıyan yeşil mücevherlerdir.
15 yıl öncesiydi. Dün gibi hatırlarım. Yeni doğmuş bir bebek gibi elime aldığımda siyah bir poşete sarılı ince dallarıyla narin bir yavrucak gibiydi. Besmeleyi çektikten sonra bir çukur kazıp oturttum usulca bahçeye. Bir anne edasında açık bir yeri kalıpta üşümesin diye etrafına yorgan misali toprağını doldurdum. Geldiği yere emanet ettim. Şöyle geriye çekilip bir baktım herhangi eksiği kalmış mı diye. Sebepler dairesinde geri dönüşler toprağa olsa da, tüm geri dönüşler O’nadır der gibiydi arzı endam edip elif gibi dimdik dururken.
Her gelen rüzgarda kırılmasın diye, bir de destek sırık diktim yanına. Musibetler kuşağında onu destekleyecek bir dost misali..
Otlarını yoldum, çapaladım, ve düzenli olarak suladım yaz mevsimi boyunca. Ara ara yanına gittim ve bu zamanlarda hasbihali eksik etmedim. Birde tembihliyordum; ” Sakın ha, tutmamazlık etme. Göreceksin bak Allah’ın izni ile koca ağaç olacaksın ,dal budak salacaksın, meyveler verip, kuşu, kurdu da doyuracaksın”.
Sanki beni anlamış gibi, merak etme der gibiydi.
Seneler geçti. Gemlik zeytini gittikçe büyüdü. Dal budak saldı. 4. yılından itibaren ilk zeytin meyvelerini verdi. Ardından, her sene meyve verdi. Meyveler önce yeşil sonra siyah oldu.
Hem kırma, hem dilime, hem de çürütme zeytinler yaptık meyvelerinden. Yağ da çıkarttık tanelerinden. Bahçemizin en güzel ağacı oldu.
Günlerden bir gün bahçenin geçici sahibi, bahçenin kenarına bir duvar yaptırmak istedi. Bu duvarı yaptırma hayali ile 18 yıl az çok demeden bir şeyler biriktirmişti.
Duvar ustaları gelip baktılar, pazarlık yapıp, kalıpları çaktılar. Sıra geldi betonların dökülmesine. Beton arabasının şoförü, ağaçların arasından, beton arabası geçer mi diye şöyle bir baktı. Ölçtü ,biçti ve sonra yüreğimi hoplatacak o sözleri söyledi “Hocam şu zeytini, kesmen lazım. Yoksa bu araba geçmez buradan”
Döndüm ve gemlik zeytinine öylece baktım. Artık delikanlı olmuştu. İlk zamanlarındaki vakur hali hala üstünde onuda bana bakar buldum.
Acısıyla tatlısıyla yaşadığımız onca anı gözümün önüne geldi. O benim gecelerime seherdi. Bahçenin neşesi, gözüme ferdi.
Şoföre dönüp “İyi hesapla, kesmesek olmaz mı? çok emek verdik” diyerek yetindim. Aramızdaki her sırrı ifşa etmekte istemedim.
“Olmaz hocam, mümkün değil” dedi.
Yutkundum. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Ne söyleyeceğimi bilemedim.
Şoför; “Hocam bu ağaç daha genç, başka bir yere dikersin tutar “dedi .Biraz rahatladım.
Ertesi gün bir kepçe dozeri geldi ,ağaca yaklaştı, kepçeyi yukarı kaldırdı ve gemlik zeytinin üzerinde makinenin gölgesi belirdi bir canavar gibi. Bu ana daha fazla şahitlik edemedim ve sırtımı döndüm.
Ayaklarımın bağı çözüldü. Kendimi yerde buldum. Toprak bu sefer su ile değil bahçenin geçici sahibinin gözyaşlarıyla ıslanıyordu.
Kepçenin sesinin sustuğunu fark edince arkamı döndüm ve 15 yıllık zeytinim yerde öylece yatıyordu.
“Allah’ım ben ne yaptım? “diyerek haykırdım. Hemen yanına gittim, elimle bedenini okşadım. Egenin güneşi vücudunu ısıtmıştı ve sıcacıktı.
Küçük bir çocuk gibi ağlayarak “Merak etme, bak sana söz seni daha güzel bir yere dikeceğim, daha iyi bakacağım. Yaşayacaksın İnşallah” dedim.
Hemen bahçemizin başka bir yerinde çukur kazdım. Gübreledim. Biricik yavrumu dikkatlice içine oturttum. Besmelelerle etrafına toprak doldurdum, sıkıştırdım ve suladım.
15 yılda büyüyen ve kendini bir anda yerde bulan ve şuan başka bir yerde tekrar ayağa kalkan zeytin ağacı olanlara çok anlam veremiyor gibiydi.
Her gün yanı başına giderek onunla konuştum ve dallarını okşadım:
“Sakın ha kendini bırakma. Sen zeytin ağacısın, daha neler ,neler göreceksin Allah’ın izni ile yüzlerce yıl yaşayacaksın. Yaradan’a şükredeceksin ve onu zikredeceksin. Hemen pes etme. Bana da gücenip, çekiveripte gitme”dedim.
Sanki beni anlamıştı. Küçük küçük yapraklar çıkarıp ,hayata yeniden bağlanmıştı yüce kelamda üzerine yemin edilen zeytin ağacı.
Bir ağaç dikmek toprağa umut ekmek demektir. Kökleriyle yeryüzüne tutunurken, dallarıyla göğe uzanan bir duadır her ağaç. Sessizce büyür, gölge olur, nefes olur, hayat olur. İnsanoğlunun bu canlılara zarar vermesini anlamıyorum. Oteller ve yalılar dikmek için bilinçli olarak yaktıkları ormanları düşündükçe içim acıyor. Bir kaç daire edinecek diye yüzlerce ağacın canına kıyanların dünya menfaati uğruna hiç saydıkları bu canları gördükçe ve duydukça beni bir matem kaplıyor.
Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bir hadisi şeriflerinde şöyle buyuruyor.
“Kıyamet kopuyor olsa bile elinizde bir fidan varsa onu dikin.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 3/191) . Onun gösterdiği bu ufka ve onun yolumuzu aydınlatan iklimine ne kadar muhtacız..