Bu kelime bizi birden geçmişe götürüverir. Şimdilerde iletişim teknolojileri geliştiğinden telgraf bir değer ifade etmeyebilir, ama eskiden, sevdiklerimizden hasretle beklediğimiz bir haber kaynağıydı. “Telgrafın tellerine kuşlar mı konar” diye bir de şarkı yazılmıştır. Kuşlar konar mı bilemiyorum, ama bir çiçeğe adı konmuştur. Yaprakları renkli ve eski zamanlardaki damat pijamaları gibi çizgili, alacalı bu çiçeğe “telgraf çiçeği” denir. Sevdiklerinden haber alamadığından mıdır bilinmez, fakat bazıları bu çiçeğe “kara sevda çiçeği” de demiştir.
Memleketi Amerika kıtasıdır. Meksika ve Kolombiya civarlarında geniş bir akraba ağı mevcuttur. Yetiştiği topraklar, Amazon ormanlarına yakın olduğu için hâliyle sulak ve yağmurlu alanlara meftundur. Ancak ilginçtir ki bu çiçek, vatanından başka diyarlara da kolayca kök salıp uyum sağlayabiliyor. Sanatını icra eden Sani, tek renkle de bırakmayıp pembesi, moru, beyazıyla bezeyip âdeta gözlerimiz için şenlik veriyor. Ne içtiği suyu beğenmemezlik ediyor ne de gübre istiyor. Evde, bahçede ya da bir çalılığın ortasında kolayca tomurcuklanıp hayatına devam edebiliyor. Hatta yeni bir yerde filizlenmesi için kökünden koparmanıza gerek yok. Dalından kırarak toprağa dikmek bile hayatına devam etmesi için yeterlidir.
Allah’ın lütfettiği yaşama isteği ile dopdolu olan bu çiçek, etrafa umut saçıyor. Başımızdan neler geçse de hangi diyarlardan gelsek de bir telgraf çiçeği gibi hayata tutunup renk ve canlılığımızı koruyarak çoğalıyoruz. Ben çiçeğe, çiçek bana ayna oluyor âdeta. O zaman, niyet ettim seninle hemhâl olmaya…