Edebiyat Mayıs 2022 Sümeyye Sakarya

Edelvays

Temmuz ayının sonlarıydı. Bir çiçekçiye girip “Acaba sizde Edelvays var mı?” diye sorunca yaşlı kadın parmaklarını çenesine koydu ve gözlerini hafifçe kıstı:

“O öyle her yerde bulunmaz. Biraz hassas biraz da mızmızdır. Aslında toprağa ekildiğinde iki haftaya filizlenir. Sulaman gerekir, ama çok da su vermemelisin. Neme duyarlıdır. Güneşe de ihtiyacı vardır, ama çok fazla güneşte de bırakma! Dedim ya narindir biraz.”

Edelvays, yaşlı kadının dudaklarından dökülen sözcüklerle birlikte, benim içimde yeşermeye başladı. Bir an önce görmek için uzun bir maceraya başlayacaktım belli ki! Evet, evet, maceraydı artık onun adı! Ona ulaşmam için öncelikle uzun bir yola çıkmalıydım. Dağ, dere, tepe hatta nehirleri aşmalıydım.

Adının Türkçe anlamı “asil beyaz”dır. O kadar asil ki tek rengi mevcuttur, başka bir renge bile ihtiyacı yoktur. Sadece beyaz! Zannımca herkesin elinin yetişebileceği yerlerde bulunmadığından bu kadar değerli ve soyludur. Özellikle Alplerin yamaçlarında filizlenir. Kadifemsi çiçekleri, üşüyenin ellerini ısıtıverecekmiş gibi gelir. Kış mevsimiyle örtüşen bu nadide çiçek, temmuz ve eylül ayları arasında çiçeklerini açar. Kısa ömürlüdür, lakin sonsuzluğu ve sebatı temsil eder.

Uzun ve uzak yollardı benimkisi, ama kararlıydım. Yarınlarımda Edelvays gibi insanlığa “kıymeti” fark ettirmeliydim. Bunun için de cesur olmalıydım! Evet bundan böyle cesaretti artık Edelvays’ın adı! Yükseklere çıkıp bu çiçeği getirebilenler yiğit olarak anılırlardı. Öyle ki ulaşımı zor olan bu çiçek, Avusturya İmparatoru Franz Joseph’ten beri birçok Avrupa ülkesinde üstün başarılı askerî birimlerin sembolü hâline gelmişti. Bir çiçeğe biçilen değer bu kadar büyükken insana verilen kıymet ne kadardı?

Yolculuk ya bu! Gecenin artan karanlığı gözlerimi esir almıştı. Dönemezdim de artık geri! Hüzün de bürümüştü sol yanımı. Ucu bucağı görünmeyen gökyüzünün altında, güneşe her şeyden daha yakın olan Edelvaysları görecektim. Ya görülmek istenmeyen hakikatler ne olacaktı? Kim toplayacaktı süzülen sessiz gözyaşlarımı? Bu kadar gözyaşından sonra deniz olmuştu her yer. Zamanın kovalandığı anda akrep de yelkovana takılıp düşüvermişti işte! Tam o anda Edelvays’ın bir efsanesi geliverdi aklıma. Hay Allah, zamanı mıydı şimdi deniz yorgan gibi üstümü örterken!

Edel ve Vays adlarında iki kardeş varmış. Dağın yaylalarında oynarlarken Vays hiç görmediği bir çiçek görmüş ve koparıp annesine götürmek istemiş. Kardeşiyle birlikte bu çiçeği almak için daha da tırmanmaya karar vermişler. Tepe o kadar dikmiş ki tepeye tırmandıkça şartlar zorlaşıyormuş, ama iki kardeş vazgeçmemişler. Hayran kaldıkları bu güzelliğe sonunda ulaşmışlar, lakin tam koparırken Vays’ın ayağı kaymış. Edel de ona yardım etmeye çalışmış, ama başaramamış. Birlikte uçuruma yuvarlanmışlar. Yıllar sonra bu iki kardeşin düştüğü yerde bir çiçek açmış ve adına “Edelvays” demişler.

Temmuz ayının son günleriydi, ama ben nedense üşüyordum. Gözlerimi araladığımda güneşin yarısı bulutlara gizlenmiş gibiydi. Birden saçlarıma usulca düşen kar tanelerini fark ettim. Bu kadar narin ve nadide olan Edelvays’ı dalından, toprağından koparmak yasaktır. Peki ya umutlarından, yarınlarından koparılan insanlar? Bir zamanlar bulunmayı bekleyen Edelvays, dağlarda esir kalmıştı. Şimdilerde kadifemsi beyazıyla özgürlüğüne kavuşmuştu. Evet, bundan böyle ebedî özgürlüktü Edelvays’ın adı! Ben de onu bir nehrin üzerinde açarken görmüştüm.

Not: Meriç’te vefat eden mazlumların anısına kaleme alınmıştır. Ruhları şâd olsun.