Bazen üç arkadaş beden yorgunluğumuzu atmak ve ruhumuzu dinlendirmek için merkezde bulunan camiye uğrardık. Burası bizim için özel bir mekândı. Dertlendiğimiz şeyleri önce burada dile getirir, her şeyin asıl Sahibi’ne iltica ederdik. Sonrasında birbirimize anlatmak daha kolay hâle gelirdi. Artık bir koruyanımız, dert ortağımız olduğunu bilmenin verdiği güven ile gönüllerimizin yakın hissettiği dostlara anlatırdık sıkıntılarımızı, gıyabımızda yapılan dualar ile de hüznümüz sevince dönüşürdü.
Bir gün özel mekânımızdan ayrıldığımızda, karşıdaki adamın duyacağı kadar yüksek çıkan midemizin gurultusu, birbirimize bakıp gülmemize sebep oldu. Harçlıklarımız üçümüzü doyurmaya yetecek kadar değildi. “Bir paket makarna günü kurtarır.” deyip yolumuza giderken tanıdık bir koku duyduk. Ayrı ayrı memleketlerden gelmiş olsak da bu lezzeti üçümüz de iyi biliyorduk. Kokunun geldiği yöne doğru adım atacak olduk, duraksadık. Elimizdeki parayı düşünerek bakıştık. Aramızdan biri, “Canım orada park da var, biraz otururuz. Midemiz değilse de burnumuz kokuyla mest olur. Kokusu da parayla değil ya!” dedi. Hazır cevap olanımız cevap verdi: “Kemal Sunal gibi olmasın sonra.” Muzip olanımız da “Biz de elimizdeki üç kuruşun sesini dinletiriz.” dedi.
Park yerine geldiğimizde üç tarafı çadırla kaplı bir yer sofrası vardı. Hemen yanında bulunan koca kapların ağzı kapalıydı. Biraz ötede birkaç tencere vardı. Hepsi intizamlı duruyordu. Elinde oklava, yufka açan, nur yüzlü, sonradan adının Kadife olduğunu öğrendiğim, adı gibi yüreği de olan bir teyze, hazırladığı gözlemeleri geniş bir tepsiye özenle koyuyordu. Önce yufkaları açıp hazırlıyor, ardından pişirmek için sacın başına geçiyordu. Oturup kalkmaktan yorulduğu her hâlinden belliydi. Ara ara elini dizinin üstüne koyup bir şeyler mırıldanıyordu. Kadıncağızın hâli yüreğimize dokunmuştu. Göz göze gelince aynı şeyi düşündüğümüzü anladık. Vardık teyzenin yanına, selam verdik.
“Buyurun evladım. Nasıl olsun gözlemeniz?” “Biz müşteri değiliz teyzecim. Yanında çalışmak istiyoruz.” dedik. Kadıncağız şaşırdı. “Ama evladım, ben ticaret yapmıyorum ki. Bir hafta izin verdi belediye. Buradan kazanılanlar, öğrenciye burs olacak inşallah.” Muzip olanımız, “Tamam işte bizim de hayrımız olur. Hem bize gözlemenin tarifini de verirsin.” dedi. Kadife teyzenin yüzünde güller açtı. Sac başında duracaklar önlükleri takıp ateşi karıştırdılar. Sacın altında odunlar çıtırdarken yufka açmaya hazırlandı teyzemiz. Açılan yufkalara iç koyup ocak başına taşıyacak olanımız da yerini almıştı. Bir süre sonra teyzenin yanındaki koca teşt (leğen) bitmişti. Kadife teyze, “Yavrum elinizdekileri de satınca bitiyor. Hamurum bitti.” dedi. Son kalanları satarken teyze malzemelerini toplamıştı. Yer sofrasını yıkayıp kenara koydu.
Toparlanmasına da yardım edince bizim de ayrılma vaktimiz gelmişti. Teyze çadırın içine yeni bir örtü açıp yer sofrası kurdu. “Hoş geldiniz misafirlerim.” dedi. Şaşırma sırası bizdeydi. Sofra başına oturtup sac başına geçti. Biz fark etmeden ayrı bir tepsiye koyduğu gözlemeleri pişirdi. Önümüze gözlemeler gelince açlığımızın farkına vardık. Kokuyla doyduğumuzdan açlığımızı unutmuştuk. Birkaç saat önce makarna alacaktık oysa.
Kadife teyze söze başladı:
“Bu işe başlarken tek bir kul idim. Allah’ın (celle celâluhu) yardımının geleceğini, beni zorda bırakmayacağını biliyordum. Üstelik ücretinizi de peşinen ödeyeceğim. Benden gözlemenin tarifini istemiştiniz. A canım kızım, un, su, tuz, maya ile yoğurdum hamurunu. Bakınca pek az malzemesi olsa da lezzeti pek meşhurdur. Unumu koyarken Rahman ve Rahîm Allah’ı (celle celâluhu) anarak başlarım. Ortasını açar, tuzunu ve mayasını koyarım. Azar azar su ile eritip yavaş yavaş una karıştırırım. Bu işlemi yaparken lezzetine lezzet katsın diye Kevser sûresini ve nasibi olanın ihlas kazanmasına vesile olması için İhlâs-ı şerifi okurum. Mayasını almış hamurumu kendi el ölçümce beze ederim. Hak geçmesin diye şu hassas terazide tartarım. Önce biraz elimle açar, ardından oklavam ile büyütürüm. İsteyenin sevdiği iç harcı koyup kapatırım. Sac üzerinde bir o yana bir bu yana çevire çevire sevgiyle pişiririm. Ateşten alınca son işlemi yapmazsan gözleme eksik kalır. Üzerine iştah kabartan tereyağını da sürüp ışıl ışıl parlatınca mis gibi oluveriyor. Böyle tarif ederken yemesi de ayrı bir güzel oluyormuş. Siz çok yaşayın emi.” deyip gülmeye başladı.
Dikkatle dinlerken gözlemeleri hangi ara yediğimizi anlamadık bile. Hazır cevap olanımız, “Teyzecim, olmadı şimdi. Sen bize talep ettiğimiz ücretin fazlasını verdin. Hem tarifini verdin hem hoş sohbetini katık ettin. Bir de gözleme ikram ettin. Biz sana borçlandık. İzin verirsen yarın da çalışıp borcumuzu ödeyelim.” dedi. Böylece bir hafta gözleme için bir aradaydık. Bu hatıranın bize kazandırdığı güzelliklerin yanında damağımızda kalan lezzeti de cabası oldu.
Not: Bu, yaşanmış bir hikâyedir.