Kalbi selim olanın aklı, iradesi ve hisleri de selimdir. Böyle bir insan, Hakk’ın ihsan ettiği her inceliğe açıktır.
Sağduyu, doğru ile yanlışı ayırt edebilmeye yardımcı olur. Descartes, “Sağduyu dünyanın en iyi paylaşılmış şeyidir: çünkü her kişi ondan çok iyi pay almış olduğunu düşünür, her şeyden çok güç hoşnut olanlar bile kendilerinde bulunan sağduyudan daha çoğunu istemeye alışık değildirler.”[1] der.
Aklı selim olan, yaratılıştaki ilahî nakışları ve mânâları fark eder. Rabbimizin her an tezahür ve tecelli eden isim ve sıfatlarının nuranî cilvelerini aziz birer misafir gibi karşılar.
Sonsuz bir ilim, kudret, irade ve hikmetle nakşedilen her incelik, kâinattaki nizamın yerli yerinde bir parçası olur. Zerrelerden yıldızlara kadar her şey, ilahî emir ve kanunlara riayet ederek bu nizamda nazlanmadan vazifesini yapar, Yaradan’ın kutsi sıfatlarına işaret eder.
Nihayetsiz kudret ve celal sahibi Rabbimiz, maddî âlemde icra ettiği kanunlarının benzerlerini canlılar âlemi ve bilhassa insanlar için de takdir etmiştir. Bu küllî kaidelerde Allah ahlakını yansıtan incelikler mevcuttur. Mesela sabır ve azim, istidatların inkişafı için elzemdir. Kendisine dâyelik yapan topraktan koparılan bir çiçek, bir müddet sonra solmaya yüz tutar; insan da serazat yaşamayı tercih ettiğinde solar ve çürür.
Zıtların iç içe olduğu dünya hayatında, dermanı derdin içinde bulmak da bir inceliktir. Gönülde tüten her derdin bir dermanı elbette vardır. Sabrın sonu selâmettir. Lakin insanoğlu bazen hüzne boğulur, kedere batar. Oysa çare uzakta değildir.
Şems-i Tebrizi’nin dediği gibi, “Gamzelendi gönül yine, devası ‘ah’tır. Gönlü mahzun olanın dostu Allah’tır.”[2]
İbrahim Hakkı Hazretleri, küçük bir çocuk iken öksüz, genç bir delikanlı iken de yetim kalmıştır. Babasının vefatı ile yüzleşen genç İbrahim, “Gönül evim karardı.” diyerek hislerini ifade etmiştir. Taziyeye gelen hocası gidene dek, içinden “Şimdi ayıptır, sabredeyim. Hocam gittikten sonra nasıl ağlayacağımı ben bilirim.” diye geçirir. Hocasının, genç İbrahim’in babası Derviş Osman Efendi’nin ruhuna armağan ettiği Fatiha-ı Şerif’in akabinde, ilahî bir varidatla genç İbrahim’in gönlünde hüzün namına hiçbir şey kalmaz. Gönlü mutmain olan İbrahim, babasının hizmet mirasını yüklenir ve tevekkülle müşerref olur. Bu hâlini şu sözlerle ifade eder: “Bende tevekkül etme, dert ve belalara tahammül etme, ibadete ısrarla devam etme, her işe rıza gösterme hâli hâsıl oldu.”[3]
Zaten cemil olan incelik, sefaya da cefaya da “Eyvallah!” diyebilmek değil midir?
Tevekkül ve teslimiyet ne güzel bir inceliktir! Rahmeti Sonsuz, kesinlikle abes iş işlemez, zulmetmez. İmanın pırıl pırıl nurundan mahrumiyet, meselelerin iç yüzünü görememeye, perdelere takılmaya, kaderin ince hikmetlerini okuyamamaya sebep olur.
Üstad Bediüzzaman Hazretleri de derdin içinde dermanı bulma inceliğini şu şekilde ifade eder: “Kur’ân’dan aldığım feyz ile hâriçten teselli aramak değil, belki dehşet ve vahşet ve me’yûsiyet aldığım noktalar içinde teselliyi, ricayı, nuru aradım. Cenâb-ı Hakk’a yüz bin şükür olsun ki; ayn-ı dert içinde dermanı buldum, ayn-ı zulmet içinde nuru buldum, ayn-ı dehşet içinde teselliyi buldum.”[4]
Hâsılı, bizlere görmek için göz, duymak için kulak, derk etmek için kalb ve akıl bahşeden Rabbimize şükrü, boynumuzun borcu biliriz. Derdi veren elbette dermanı da verir. Perde arkasını bilmediğimiz konularda peşin hükümlü olmayız. Aktif bir sabırla tevekkül etmedeki inceliği unutmayız.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır’ın iman ve zikirdeki bu inceliğe dikkat çektiği şu sözleriyle yazıyı noktalayalım: “Allah deyince düşünceler son noktaya ulaşmış, mantıklar durmuş, bütün duygular, korkular ve emeller de sona dayanmıştır. Gönüller hangi dünya nimetine ererse ersin, bunun daha üstünü olduğundan hiçbir zaman doyuma ulaşmaz. Kalb, asıl zikri tattığında başka hiçbir zevki istemez. Bundan dolayı da Allah’ı zikretmeyen kalbler, ızdıraptan kurtulamaz ve kalb huzuruna asla kavuşamaz, mutluluğu tadamaz, beyhude çırpınır durur.”[5]
Dipnotlar
[1] Descartes, Yöntem Üzerine Konuşmalar-3, çev. Murat Erşen, İstanbul: Say Yayınları, 2018.
[2] Yasemin Bülbül, Ben Şems, İstanbul: Paradoks, 2013.
[4] Bediüzzaman Said Nursî, Lem’alar, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2010, s. 285.
[5] Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c. IV, İstanbul: Eser Neşriyat, 1942, s. 2983.