Astronomi, diğer medeniyetlerde olduğu gibi, İslam medeniyetinde de çok ilgi duyulan, eski bir bilimdir. Mevcut kaynaklara göre; Güneş, Ay, gezegenler ve yıldızların incelenmesi Asur ve Babil medeniyetlerine dayanır. Babiller M.Ö. 1700’de Venüs’ü gözlemleyerek hâl-i hazırda bilinen bazı takımyıldızlarını keşfettiler.[1]
Astronomi, Antik Yunan’da matematiğin bir dalı olarak kabul görmüştü. İsmi Antikythera Düzeneği olan, astronomik birimlerin tespiti için kullanılan mekanik hesap makinesinin geliştirilmesi, Aristoteles’in gök cisimlerinin daireler hâlinde hareket ettiği teorisini geliştirmesi[2], Samoslu Aristarchus’un, Dünya’nın Güneş’in etrafında döndüğünü iddia etmesi ve Ay’ın uzaklığını ölçme denemeleri yapması, dönemin astronomi bilimine ait öne çıkan gelişmelerdir.
Eratosthenes, M.Ö. 2. asırda Dünya’nın çevresini başarıyla ölçen ilk kişi olarak tarihe geçmiştir. Antik Çağ astronomi çalışmaları, Batlamyus ile zirveye ulaşmıştır. Yer merkezli âlem modelini geliştirmiş, dünyanın sabit ve hareketsiz olduğunu ispatlamaya çalışmıştır. İlk Çağ’ın büyük astronomlarının görüş ve keşifleriyle alâkalı bilgileri derleyerek sistematize etmiş ve tesiri Kepler ve Kopernik dönemine kadar sürmüştür.[3]
Orta Çağ’da (500–1500) Müslümanlar, fetihler vesilesiyle astronomi alanında ulaştığı yeni kaynakları tercüme ederek bu alanda ciddi bir ilerleme kaydetti.[4] Çalışmalara yardımcı olabilecek yeni âletler icat edildi, eski aletlerin daha iyileri yapıldı.
Müslümanlar astronomi bilimindeki birikimlerini mimarî, sanat ve tasarımlara yansıttı. Bu durum mimaride ve sanatsal figürlerde açıkça görülür. Batı Ürdün’de bulunan Emevîler tarafından 711–715 tarihleri arasında inşa edilen, Kusayru Amre sarayı buna güzel bir misaldir. Sarayın banyo kısmında yer alan harita, gökyüzü haritasını andırmakta, içinde 400 yıldız, takımyıldızlar ve burç kuşağı koordinatları bulunmaktadır.
İslam’ın yükseliş döneminde rasathaneler kuruldu. 828 yılında inşa edilen Şemmasiye Rasathanesi ve Şam’daki Kasiyun Rasathanesi bunların en eskilerindendir. Yapılan çalışmaların neticesinde, gök cisimlerinin hareketleri modellendi ve matematiksel olarak açıklandı. Dönemin en büyük astronomlarından olan, Muhammed b. Musa el Harezmi başta olmak üzere, birçok Müslüman astronomun kitapları Latince, İbranice gibi dillere çevrildi. Bu eserler sonraları hem Batı’da hem Doğu’da büyük ilgi gördü.[5]
Gelmiş geçmiş en meşhur 20 astronomdan biri kabul edilen Battânî, kendi kurduğu rasathanesinde gözlemler yaptı, Batlamyus’un yanlışlarını düzeltti ve Güneş, Ay ve gezegenlerin hareketlerini ve yörüngelerini daha doğru bir şekilde belirlemeye çalıştı. Güneş’in dış merkez kuvvetinin değiştiğini, Dünya’nın Güneş etrafında eliptik bir yörünge üzerinde hareket ettiğini keşfetti. Kopernik’in bulduğu Dünya’nın ekliptik eğimini yeniden hesaplayarak, bugün bilinen açı değerini, yaklaşık yarım dakikalık bir farkla bulmayı başardı.[6]
Orta Çağ İslam dünyasında yapılan astronomik çalışmalar neticesinde yazılan eserler Latinceye tercüme edildi ve Avrupa’nın ve Bizans’ın, Orta Çağ dönemindeki bilgi kaybı, Müslüman gökbilimciler tarafından yazılan eserler vesilesi ile yeniden canlılık kazandı.
13. yüzyıldan sonra Avrupa’da astronomi bilimi canlılık kazanırken, İslam dünyasında çalışmalar gerilemeye başladı.
Rönesans döneminde, modern astronominin temellerini atan Kopernik, Johannes Kepler, Tycho Brahe, Galileo Galilei gibi bilim insanları ortaya çıktı. Kopernik, gezegenlerin Güneş’in etrafında döndüğü teorisini geliştirdi ve bununla beraber Rönesans Dönemi astronomi çalışmaları başlamış oldu.
Galileo Galilei astronomi çalışmalarına ivme kazandıran teleskobu geliştirdi ve bununla Jüpiter’in dört uydusunu ve Samanyolu’nu gözlemledi, Güneş’in dönme hızını hesapladı. Samanyolu’nun aslında bulutsal bir yapıya sahip olmadığını, birçok yıldız bir arada olduğu için bulut gibi göründüğünü müşahede etti. Johannes Kepler ise yörüngeler kanunu, alanlar kanunu ve periyotlar kanununu buldu.[7]
İbrahim Hakkı Hazretleri, “Yeni yılın ilk güneşi, eğer hocamın başucuna düşmezse, ben o güneşi neyleyim!” ifadesi ile hocasına hayranlık ve hürmetini 18. yüzyılın ortalarında zirvesinde olduğu astronomi bilgisini kullanarak icat ettiği bir düzenek ile gösteren dönemin önemli düşünürlerindendir. Hocası İsmail Fakirullah Hazretlerinin türbesinde kurduğu bir sistemle her yıl gün ve gecenin eşitlendiği 21 Mart ve 23 Eylül ekinoks günlerinde, Güneş ışınlarının hocasının kabrinin başına düşmesini sağlamıştır. “Işık Hâdisesi” olarak tarihe geçen bu sistem, kuruluşundan 260 yıl sonra 1960’lı yılların başında yapılan restorasyon sırasında hasar görmüş ve çalışmaz hâle gelmiştir. Siirt Valiliği ve TÜBİTAK tarafından görevlendirilen yedi kişilik bilim heyetinin çalışmaları neticesinde tekrar görevini ifa etmeye başlamıştır.
İslam tarihinde âlimlerin neredeyse çoğunun İslamî ilimlerin yanı sıra fen bilimlerinin birine veya birkaçına ciddi mânâda vukufiyetleri vardı. Bunun en güzel örneklerinden biri olan İbrahim Hakkı Hazretleri yedi yaşında Kur’ân hâfızı olmuştur. Hayatı boyunca din ilimlerinin yanı sıra psikoloji, sosyoloji, astronomi ve fizik gibi bilimlerle de yakından ilgilenmiştir.
Astronomi biliminin verilerinden söz ederken hiçbir ilmî gelişmenin, Allah’ın kâinatı yaratıp yönettiği gerçeğine aykırı olamayacağını belirten İbrâhim Hakkı Hazretleri, bütün gelişmelerin bu inanç çerçevesinde yorumlanması gerektiğini nazara vermiş, “Işık Hâdisesi” ile güzel bir misal olmuştur.
Dipnotlar
[1] www.britannica.com/science/astronomy/History-of-astronomy
[2] http://tr.wikipedia.org/wiki/Antik_Yunan_astronomisi
[3] http://www.worldhistory.org/Greek_Astronomy/
[4] http://islamansiklopedisi.org.tr/ilm-i-felek
[5] http://dergipark.org.tr/en/download/article-file/393437
[6] Yusuf Karaosmanoğlu, “Astronomide Bir Öncü: El Battânî”, Sızıntı, Ocak 2007.
[7] http://en.wikipedia.org/wiki/History_of_astronomy#Renaissance_and_Early_Modern_Europe