Oturduğum koltukta zihnime çok fazla ses doluşuyor. Oysa odada çıt çıkmıyor. Kafamın içinde mi bütün kargaşa? Uzun süredir yalnız olduğum bu oda, eski zamanları hatırlatıyor bana.
Kadife bir koltuk, kitaplıklar ve eski ahizeli bir telefon.
Masa lambaları ve çay demlenmesi için bekleyen porselen bir Çin demliği.
Odanın böyle tasarlanmasının sebebinin kişilere “ev” hissi vermek olduğunu herkes anlar aslında.
Bir psikiyatri odası için fazla “sıcak” gözüküyor.
Tabiî bu sıcaklık, beni çok etkilemiyor. Uzun bir sessizliğin sonunda kapı açılıyor ve içeri çok da genç diyemeyeceğim, krem renginde bir pantolon ve beyaz gömlek giymiş bir kadın giriyor. Gözlükleri var, ama düşmek üzereler. Bu onun hızlı hareket ettiğine işaret ediyor. Elinde bir dosya var ve kollarında da masaya dayanmaktan oluşan izler. Gömleğindeki bir damla kahve lekesi ve gözlerindeki kırmızılık ile ne kadar yorulduğunu anlıyorum. Muhtemelen kahve lekesinin farkında değil, yoksa hemen silerdi. Fazlası ile titiz olduğunu anlıyorum üstündeki ütülü kıyafetlerinden ve topuz saçlarından. Sonunda, tahmin ettiğim tonda sesi ulaşıyor kulaklarıma:
“Merhaba Ali Bey. Kusura bakmayın, sizi beklettim.”
“Önemi yok Feyza Hanım. Biraz dinlenin, vaktim var.”
Şaşırmış şekilde bakıyor yüzüme ve oturuyor karşımdaki mavi koltuğa.
“Lütfen başlayalım.”
Elindeki dosyanın sayfalarını karıştırıyor ve şöyle devam ediyor:
“Londra Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinden getirildiniz. Raporunuzu okudum Ali Bey.”
“Ne yazdığını biliyorum Feyza Hanım. Sadece ‘duygusuz’ yazıyor.”
Bir süre yüzümü inceliyor.
“Evet, ama bir hastaneye yatırılmanız için bunu yeterli bulmuyorum, hele Londra’da. Buraya nasıl geldiniz?”
“Bazı konular fazla uzun sürer Doktor Hanım.”
“Benim zamanım var. Lütfen bana duygularınızı nerede ve nasıl kaybettiğinizi anlatın.”
Derin bir nefes alıyorum ve kafamdaki seslere kulak vermemeye çalışıyorum.
“Fazlaca yorgunsunuz. Zahmet vermek istemiyorum.”
Başlıyorum uzun konuşmama:
“Yaşım sekiz. Evdeki gerginliği derinden hissediyorum. Annem dört dönüyor. Anlamıyorum. İçimde bir şeyler oluyor. Onu da anlamıyorum ve koşarak ablama gidiyorum. Kötü bir şey olmadığını ve sadece misafirler geleceği için annemin gergin olduğunu söylüyor. İçimdeki hareketleri sorunca sadece gerginlik diyor.
Yaşım 12. Doğum gününü kutluyoruz bir arkadaşımın. Çok fazla ses var. Ellerimi kulaklarıma kapatıp masanın altına saklanmışım. Yine ablam buluyor beni. Zaten hep ablam koşar benim yardımıma, Doktor Hanım. Yine soruyorum ne olduğunu ve ablam ‘Korku!’ diye cevaplıyor beni.
Yaşım 13. Ablam hasta. Onu öyle görmeye dayanamıyorum ve yine anlam veremiyorum böyle olduğuna. Yanına gidiyorum ve sanki küçük bir çocukmuş gibi sığınıyorum incecik kollarına. Bu sefer soramıyorum içimdeki hareketleri.
Yaşım 14. Ama nasıl kıpır kıpırım. Ablamın odasına koşuyorum. O hâlâ hasta. Gidiyorum ona ve anlatıyorum içimdekileri. ‘Çocukluk aşkı’ diyor ve gülümsüyor.
Artık üç duyguyu tanıyorum Doktor Hanım.
Yaşım 16. Mezarlıktayım. Ablam gömülüyor ve ben öylece izliyorum. Bu sefer soracak kimsem yok sanki.
Yaşım 18. Bir arkadaşım ablam hakkında kötü şeyler söylüyor ve ben bütün odamı dağıtmak istiyorum. Yeni duygumun adı öfke.
Yaşım 22. Kuzenimin zoru ile dışarı çıkartılıyorum. Eve kapandığım için hayıflanıyor. Üstü açık bir araba sürüyor ve ben rüzgârın yüzümü okşayışını hissediyorum. Bu duygumu soruyorum kuzenime ve bana ‘Heyecan.’ diyor.
Şu anda 46 yaşındayım. İçimde yine bir duygu var. Böyle… Ah anlatamıyorum! Bana söyler misiniz Doktor Hanım?”
Kadın şok olmuş şekilde yüzüme bakıyor.
“Üzüntü.” diyor ve derin bir nefes alıyor.
Çizim: Emira Şahin
Devam ediyorum:
“Dindar biri misiniz Doktor Hanım? Ben eskiden kendimi böyle tanımlamazdım. Lakin tanıştığım bazı insanlar ve okuduğum bazı kitaplar beni dine yakınlaştırdı. Aciz oluşumun farkındalığı ile ne kadar muhtaç olduğumu fark ettim ilk secdemde. Benimle yaşıt bir arkadaşım, eve dönerken kulağıma eğilip şöyle demişti: ‘Yorgun kalbine söyle, Allah var.’
Kendimi açtığım ilk kişi siz değilsiniz Doktor Hanım. Ben ilk defa hâlimi seccademe anlattım Zaten o günden beridir de tek ağladığım yer seccadem.”
Bana düşünceli bir şekilde baktığını fark ediyorum Doktor Hanımın. “Galiba kaptırdım kendimi.” diyorum içimden.
“Daha devamı var Doktor Hanım, ama bence bunları sonraya saklayalım.”
“Peki” diyerek hastane görevlilerine sesleniyor. Odadan çıkmadan aldığı notlardaki bir kelime ilişiyor gözüme: “Aleksidimi.”[1]
Dipnot
[1] Duyguları algılama, tanımlama ve açıklama yetersizliği.