Bir nisan günü gelmiştim dünyanın öbür ucuna. Bir gün ileride olmak gibi bir şeydi burada yaşamak. Saat farkı gibi mevsimler de farklıydı. Nereye yerleşecektim acaba bu hicret diyarında? Düşünüp durdum geride bıraktıklarımı.
Beni bir tren istasyonundan almıştı kardeşlerim ve kalacağım yere götürmüşlerdi. Karanlık, kilitli bir koğuş değildi burası, aksine ihlas ve samimiyeti iliklerinize kadar hissettiğiniz bir misafirhaneydi. Kalbe umut tohumları eken kardeşlerim beni karşıladı. Duvarlarında güzel sözlerin asılı olduğu misafirhanenin yedi odası, dar bir koridoru, Fransız mutfağı ve orta büyüklükteki bahçeye açılan bir okuma alanı vardı. Yedi muhacir ve iki kedi, bu binanın misafirleriydi.
Üç buçuk yıl geçmişti. Üst kattaki balkondan bakıyordum ufuklara. Düşünüyordum telaşlı geçen yılları. Çocukları, eşimi, anamı, babamı, kardeşlerimi, geride kalan ve çile çeken dava arkadaşlarımı. Adnan abi en büyükleri ve tecrübelileriydi. Yusuf ise üniversiteden yeni mezun olmuş bir ev arkadaşıydı. Herkes daha önce yaşadığı ve bulunduğu ülkelerdeki hatıralarını anlatır ve unutamadığı o günleri yâd ederdi. Adnan abi, âhir zamanın adanmışlarındandı. Odasında basit bir yatak, rahlesinin üzerinde yıllanmış kitapları ve notları…
Elleri böğründe düşünüp dururdu geride bıraktıklarını. Namazdaki tekbirlerle ruhumuz âzâde olurdu. Ellerimiz şükür ve dua doluydu. Hayır yapma şevki ve özlem duygusu iç içeydi. Mutlu olmanın yolu, mutlu etmekten geçerdi. Namaz kılarken bacaklarımıza kediler sokulurdu. Biz namaz kılarken seccadenin püskülleriyle oynar, tesbihat yaparken de mırıltılarıyla eşlik ederlerdi. Namazdan sonra sohbet olmazsa olmazdı.
Bir gün evde kimse yoktu, bunaldım. Bir mandaldan düşmek üzere olan bir çamaşır gibi zamanda sallanıyordum. Vakit geçmiyordu. Dayanamadım. Bahçedeki limon ve avokado ağaçlarını suladım. Mutfağın arka duvarının dibindeki küçük bir tahtanın üzerine, sıcak günlerde bunalan ürkek tropikal kuşlar için bir kap su koydum ve biraz ekmek ufaladım. Neşeyle cıvıldaşıp ekmek kırıntılarıyla karınlarını doyurdular gün batarken ve Rabbimize nasıl şükretmemiz gerektiğini hâl dilleriyle öğrettiler.