Zamanın perçeminden sızan ışık, gün gibi aydın.
Bir yanda sanat, diğer yanda edebiyat.
Her biri gönül havzını harekete geçiren teselsül-ü masnuat.
Her iç çekişte, tende beliren ah o İlahî hat!
Karşımda ak sakallı bir amca: “Tevellüt kaç evlat?”
Geçmiş zamanın günümüze ulaşan akisleri, ekseriyetle en değerli hazinemiz. Günümüze ışık tutan her feyz-i tecelli, terakkiye yönlendiren bir meşale. Geçmişsiz gelecek nâkıs bir gölge. Gayesizlik, hazin bir gerilemeye sebep.
“Sürat çağı” olarak ifade edilen tekarüb-i zaman, hedefler belirlemeyi ve belirlenen hedefleri taze tutabilmeyi gerektiriyor. Taze kalan ve istikrarlı olan hedefler, sadece zihni değil bedeni de zinde tutma hususunda büyük bir önem arz ediyor. Nasıl ki bineceği trene geç kalan yolcu, menzile zamanında varamıyorsa; ertelenen yahut rayına düzgün bir şekilde oturtulamayan hedeflere erişim de aynı nispette güçleşiyor. Gayelere erişme yolunda en sadık yâren ise gayret… İnsanoğlu gayret ettiği nispette yol kat ediyor.
Üstad Necip Fazıl’ın ifade ettiği gibi,
“Üç günlük dünya için
Gayret üstüne gayret,
Ebedî bir yaşam için
Gayret yok hayret.”
Oysa bir lale için çeşit çeşit tasvir ve şiir ulaşmıştır günümüze. Her biri birbirinden değerli lale tasvirlerinin öncüleridir Süheyl Ünver, Nakkaş Osman, Matrakçı Nasuh ve Abdullah Buhari. Gönülleri, nahif ruhlarıyla lalezara çeviren, döneminin kıymetli sanatçılarıdır her biri. Ardında onlarca eser bırakan Lale Devri’nin Divan Edebiyatı şairidir Nedîm. Kanunî gazelini; Seyyid Vehbi, Çelebizade Asım, Osmanzade Taib ve devrin daha birçok şairi ise şiirlerini lale lafızları ile süslemişlerdir.[1] Güzel görenin, güzel düşünüp güzel yazması bir yana; bu eserlerin günümüze ulaşması, bizlere sanat ve edebiyat yolunda bir dolunay olur. Zira her eser, dırahşan bir gönül bestesidir.
Sanatkârlar için kâinatta tezahür eden İlahi isimlerin cilveleri, birer ilham kaynağıdır. Beşerin idrakine sunulan her işaret, bir cevher, bir armağandır. Kâinattaki her nakşı ince ince işleyen ve Kur’ân-ı Kerîm’deki her âyeti mucize ve hikmetlerle donatan Nakkaş-ı Alîm, ezelî ve ebedî, en büyük Sanatkârdır.
Yazmak pek kıymetli ve önemlidir ki “kalem” kelimesi Kur’ân-ı Hakîm’de bir sûreye isim olarak tahsis edilmiştir. Ecdat, kalem ile kâğıdın buluşmasını, “kalemin secdesi” olarak nitelendirmiştir. Kalemin gıdası mürekkep; yazarın ve sanatkârın gıdası ise âlem-i kübrâdır. İnsanoğluna bahşedilen bunca güzelliği şükür ile karşılamak ise esastır.
Hâlleder derdi
Giderir hâceti
Minnetin her hâli
Hakk’a seza
Yüreklere canfezâ
[1] Sevda Önal, “Sâmî-İ Lâle Şiirleri ve İstanbullu Hâtif’in Esâmî-i Lâle Matlalari Üzerine Bir İnceleme”, Turkish Studies – International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic, 8/1, Winter 2013, s. 2013–2029, www.acarindex.com/dosyalar/makale/acarindex-1423933233.pdf