Dırahşan çehreli bir yiğitti. Saçları omuzlarına dökülürdü. Teni esmer, orta boylu, gökçek yüzlü bu sahabî, babası gibi iri yapılı idi. Kardeşleri arasında babasına en çok benzeyendi.[1] Hazreti Ömer’in (radıyallâhu anh) oğlu olduğunu duruşundan ve cesaretinden belli ediyordu.
Baban ile birlikte imanla şereflenmiştin. Müslümanlar, Hazreti Ömer gibi bir yiğidi yanlarında görmenin huzurunu duyuyorlardı. İlk anda nuranî çehren dikkat çekiyordu. Baban gibi, şecaatle dolu bir kalbin vardı.
Henüz 13. yaşındayken Uhud Muharebesine katılmak istemiştin de Resûlullah (sallallâhu aleyhi ve sellem) izin vermemişti. Bedir Muharebesine de iştirak edemeyince çok üzülmüştün. 15 yaşına gelince yerinde duramıyordun. Bir kere daha izin istemiştin ve Hendek Muharebesinde yerini alınca, dünyaya meydan okumuştun âdeta. Yıllar sonra, Ebû Eyyûb el-Ensârî’nin (radıyallâhu anh) de bulunduğu, Konstantinopolis Kuşatmasına (674–678) katılmıştın.[2]
Ablan Hazreti Hafsa (radıyallâhu anha) vesilesiyle Resûl-i Ekrem’in (sallallâhu aleyhi ve sellem) en yakınında bulunmuştun. Böylece Efendimizi daha çok dinlemiştin. Kelimelerin benzerlerini dahi kullanmaktan sakınarak aktarırdın duyduğun hadisleri. Bu sana olan sevginin güvenle çınar olup büyümesine vesile oluyordu. Ebû Hüreyre’den sonra en çok hadis rivayet ettiğinden müksirûnun ikincisi olmuştun.[3]
Ömrünü İnsanlığın İftihar Tablosuna benzeyerek geçirmeye özen gösteriyordun. Efendimizin mübarek ağzından bir kelime çıksa, senin hayatının merkezinde yerini alıyordu. Bir gün bir rüya ile ablanın kapısını çaldın. Bir mesajın olduğunu hissediyor, ama yorumlamaktan sakınıyordun. Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem), “Abdullah ne iyi insan! Bir de gece namazı kılsa!” [4] buyurması ile gecelerini teheccüdle süslemiştin.
Ömrün boyunca meselelerin çözümü için kapın çalınacak, sen de Kur’ân ve Sünnetin rehberliğinde, fetva verecektin. Zamanla o kadar çok fetva vermiştin ki sen gibi yedi güzel insandan biri olmuştun. Kesin kanaat sahibi olmadığın bir konuda ısrarla fetva isteyene, “İbn Ömer böyle fetva verdi diyerek sırtımızın Cehennem köprüsü hâline getirilmesini mi istiyorsun?” demiştin tüm heybetinle.[5]
Soğukkanlı ve yumuşak huyluluğunla Efendimize benzetilirdin. Öyle ki peşine takılıp sana hakaret eden birine yol boyunca tek kelime etmeyip evinin kapısına varınca, “Ben ve kardeşim Âsım kimseye kötü söz söylemeyiz.” demiştin.[6]
Ashâb-ı Kirâm’ın zenginlerinden sayılırdın, ama servetinin birikmesine izin vermezdin. Eline geçeni yoksullara dağıtırdın. Bir hediye geldiğinde onu aynı gün ihtiyacı olanlara verirdin. Sahip olduğun şeyler içinde en çok beğendiklerini, Allah yolunda sadaka olarak vermekten çekinmezdin. Yanında çalışanlara çok iyi davranırdın. Yaşadığın dönemde insanlar köle olarak satılırdı. İmkânı olan Sahabe Efendilerimiz, bu insanları köle pazarlarından satın alıp hürriyetlerine kavuştururdu. Sen de bu şekilde köle âzât edenlerden biri idin.
Sade giyinir ve az yemek yerdin. Bilirdin nefsin hoşuna gidenleri, gösterişli giyim kuşamın ve haddi aşmanın tehlikelerini.
Gönlünde öylesine büyük bir sevgi vardı ki Allah’ın Habibine (sallallâhu aleyhi ve sellem) karşı, O’nun selamlaşmak hususundaki buyruğunu yerine getirmeye çok dikkat ederdin. Küçük büyük demeden, gördüğün her Müslüman ile selamlaşırdın. Sevgin öylesine derin, öylesine güçlü idi ki Efendimizin namaz kıldığı yerleri öğrenip oralarda namazını ikame ederdin. Yürüdüğü yollardan geçerken O’nun adımlarını hissetmeye çalışırdın. Yorulduğunda dinlenmek için dahi gölgesini üzerine seren ağaçları seçerdin. Bir emanet gibi himayendeydi o ağaçlar.[7]
Fazilet bakımından babasının benzeri olan İbn Ömer için Ebû Seleme şöyle demişti: “Ömer’in yaşadığı devirde onun benzerleri vardı; fakat Abdullah’ın zamanında onun gibisi yoktu.”[8]
Dipnotlar
[1] M. Yaşar Kandemir, “Abdullah b. Ömer b. Hattâb”, islamansiklopedisi.org.tr/abdullah-b-omer-b-hattab
[2] “Abdullah İbni Ömer (r.a.) Kimdir?”, www.islamveihsan.com/abdullah-ibni-omer-r-a-kimdir.html
[3] Müksirûn: En çok hadis rivayet eden yedi sahabî.
[4] Buhârî, Fedâilü’s-Sahâbe, 19.
[5] Muhammed Ravvâs el-Kal‘âcî, Mevsû‘atü fıkhi Abdillâh b. Ömer, Beyrut: Dâru’n-Nefâis, 1406/1986.
[6] Kandemir, a.g.e.
[7] Buhârî, Fezâʾilü Ashâbi’n-Nebî, 19.
[8] Kandemir, a.g.e.