Ashâb-ı Kirâm Mart 2024 Serhat İlhan

Fütüvvet Timsali: Es’ad ibn Zürâre

Medine, o yıllardaki adıyla Yesrib, Hicrî 617 yılında kanlı bir muharebeye sahne olmuştu. Evs ve Hazrec kabileleri arasında süren 120 yıllık düşmanlık, Buas Muharebesine sebep olmuş ve her iki taraftan yüzlerce insan hayatını kaybetmişti. Hazrec kabilesinin yenilgisiyle sonuçlanan bu savaşta ölenlerin çoğu, kavimlerinin ileri gelenleri ve yaşlılarıydı.[1]

O yıllarda henüz 15-16 yaşlarında olan Hazreti Es’ad ibn Zürâre (radıyallâhu anh), yıllar süren savaş ortamının olduğu böyle bir coğrafyada neşet etmişti. Hazrec kabilesine mensup olan Hazreti Es’ad da kaybedilen son savaştan sonra kabilesi için müttefik arayışına girenler arasındaydı. Bu niyetle bir grup gençle, Mekke’ye doğru yola çıktı. O dönemde güçlü olduklarını bildikleri Kureyşlilerden yardım isteyeceklerdi. Onlarla ittifak yapmaları hâlinde bundan sonra Evs kabilesinin kendilerine saldırmamasını umuyorlardı. Ancak sevk-i ilahî onları Mekke’deki Nur’a doğru çekiyordu. Bu olayı Hazreti Âişe (radıyallâhu anha), yıllar sonra şu şekilde yorumlayacaktı: “Buâs, Allah’ın Resûlullah için hazırlamış olduğu bir gündü.”[2]

Grup, gençlerden oluşuyordu. Öncü olarak Es’ad ibn Zürâre’yi (radıyallâhu anh) seçmişlerdi. Hazreti Es’ad, çölde ilerlerken savaşlardan yorulmuş bir genç olmasına ve çölün kavurucu sıcağına rağmen, barışı ve düzeni sağlayacak yolları düşünüyordu. Bir asrın daha savaşlara sahne olmasını istemiyordu. Belki de Mekke müşrikleriyle olacak ittifak, caydırıcı bir unsur olarak kullanılacak ve bu sayede Yesrib’de barış türküleri söylenecekti.

O dönem Araplar için hac mevsimiydi. Cahiliye Devri’nden kalma bu âdeti yerine getirmek için çevreden birçok insan akın etmişti. Arap Yarımadası’ndaki insanlar ve Medine’den gelen tüccarlar, Mekke’de kurulan panayırlarda ticaret yapmak için gelmişlerdi. Mekke bir bayram havasına bürünmüş ve birçok ziyaretçiyle buluşmuştu.

Kurulan panayırlar, ticarete sahne oluyordu. Evvelki sene, Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) biricik eşi Hazreti Hatice ve himayesinden sorumlu amcası Ebu Talib vefat etmişti. İnsanlığın İftihar Tablosu, kendisine biat edilmesi karşılığında, dünyanın bin sene mesudane hayatı, bir saat hayatına mukabil gelmeyen Cennet hayatını[3] vaadediyordu.

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Mina mevkiinde, panayırlar arasında gezinirken nazarı Hazreti Es’ad ibn Zürâre (radıyallâhu anh) öncülüğündeki genç gruba takıldı. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) onlara yaklaştı ve İslamiyet’i anlattı. Kendisine biat etmelerini ve kendisini himaye etmeleri teklifinde bulundu. Gençler aralarında konuşmaya daldılar. İçlerinden bazıları ona biat etmenin başlarına daha büyük dertler açacağını söyledi. O sırada grup lideri Hazreti Es’ad ibn Zürâre (radıyallâhu anh), Efendimizi (sallallâhu aleyhi ve sellem) tepeden tırnağa süzüyordu. İçinde farklı duygular oluşmaya başlamıştı. Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) siması ona çok şeyler anlatıyordu. Gruptaki diğer arkadaşlarının konuşmalarını duymuyor gibiydi. Çehresinde iman hakikatleri belirmeye başlamıştı. Bir adım öne çıktı ve Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) mübarek eline yapıştı. Gözleri dolu dolu, Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) biat etti. Arkasına dönüp “Şu siması hakikat gamzeden insana biat edin.” diyordu.[4] Onun bu hareketi ve söyledikleri karşısında geri kalan beş kişi tereddüt etmeden Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) biat ettiler. Güller açmıştı, güllerin Efendisinin gül çehresinde.

Bu altı gencin isimleri şu şekildedir: Es’ad ibn Zurâre, Avfibn Hâris, Râfi’ ibn Mâlik, Ukbe ibn Âmir, Kutba ibn Âmir ve Câbir ibn Abdullah ibn Riab (radıyallâhu anhum ecmain).[5] Fethullah Gülen Hocaefendi bu isimlerini sayarken şunları dile getiriyor: “Bu altı kişinin isimlerini boynunuza asın. Hastalığa maruz kalmazsınız. Zira onlar yeryüzüne inen nura sahip çıktılar. Göğüslerini sütre ve kale yapacaklarına söz verdiler.”[6]

Hazrecli grup, Kureyş ittifakı için geldikleri bu yoldan geriye, Hazreti Muhammed’in (aleyhissalâtü vesselam) dostluğuyla dönüyordu. İki kazançları daha vardı: Rıza-i İlahî ve Cennet…

İlk Medineli Müslüman

Hazreti Es’ad ibn Zürâre (radıyallâhu anh), ilk Medineli Müslüman olma şerefine böylece nâil olmuştu. Onun öncülüğünde Medine’de İslam’ın anlatılmadığı ev bırakılmadı.[7] Öyle ki Medine’nin her sokağında Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) konuşulur olmuştu. Ay, çoktan Veda tepelerinden Medine’nin üzerine doğmuştu. Gönüller, kutlu Nebî’yi beklemekteydi.

Bir yıl sonra Akabe diye anılan mevkide, beş kişi önceki gruptan olmak üzere 12 kişi, Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) ile buluştular.[8] Kaynaklarda “Birinci Akabe Biatı” olarak geçen bu hadisede Hazreti Es’ad, kendilerinin bir yıl boyunca Resûlullah’tan uzak kaldığını, İslam’ı daha fazla öğrenmek istediklerini dile getirdi ve kendilerine bir öğretmen göndermesini Efendimizden rica etti. Resûlullah, Kur’ân’ı ezbere bilen, onun gibi bir genç olan Musab ibn Umeyr’i onlara gönderdi.[9]

Medine’nin İlk İlim Evi: Dâru’l-Es’ad

Hazreti Es’ad evini İslam’a açmış, Mekke’deki Dârü’l-Erkam’ın iz düşümü Medine’de Dâru’l-Es’ad olmuştu. Musab ibn Umeyr (radıyallâhu anh) ve Es’ad ibn Zürâre (radıyallâhu anh) İslam’la yeni tanışan insanları bu evde ağırlıyor, onlara hakikati öğretiyordu. Bu ev, Medine’de İslam’ın temel taşlarının oturması hususunda bir merkez hâline gelmişti.

Hazreti Es’ad’ın halasının oğlu olan, Evs kabilesinin lideri Sa’d ibn Muaz’ın da Müslüman olmasıyla Evs kabilesi de İslam’ı kabul etmiş ve Medine’de İslam’ın ulaşmadığı sadece dört ev kalmıştı.[10]

Bir yıl sonra, bi’setin 13. senesiydi. Akabe hiç bu kadar mesut olmamıştı. Bu mevkide, Medine’den gelen Hazreti Es’ad ibn Zürâre (radıyallâhu anh) öncülüğünde, ikisi kadın olmak üzere 75 Müslüman bulunuyordu. Mekke’ye haccetmek ve Resûlullah’ı ziyaret etmek için gelmişlerdi. Efendimizin (sallallâhu aleyhi ve sellem) yanında amcası Hazreti Abbas da hazır bulunuyordu. O dönemde henüz Müslüman olduğunu bilmediğimiz Hazreti Abbas, Efendimizi (sallallâhu aleyhi ve sellem) himayesi altında bulunduruyordu. Medinelilerin vereceği sözleri bizzat işitmek ve yeğenini koruma hususunda onlardan söz almak için orada bulunuyordu. Hazreti Abbas, onlara Resûlullah’ı himaye altına almaları durumunda başlarına gelebilecekleri hatırlattıktan sonra, bunu kabul edip etmediklerini sordu.[11] Ancak Medineli Müslümanlar, Efendimizle (sallallâhu aleyhi ve sellem) konuşmak ve onunla muhatap olmak istiyorlardı. Es’ad ibn Zürâre (radıyallâhu anh) söz aldı: “Yâ Resûlallah! Kendin için arzu ettiğin ahdini bizden al. Rabbin için de istediğin şartı koş.”[12]

Çok mesut olmuştu Allah Resûlü. Şöyle buyurdular: “Yüce Allah için size söyleyeceğim şartım şudur: O’na hiçbir şeyi eş ve ortak koşmadan ibadet etmenizdir. Namazı kılmanız, zekâtı vermenizdir. Kendim için isteyeceğim ise şudur: Allah’ın peygamberi olduğuma şehadet etmenizdir. Kendinizi, çocuklarınızı ve kadınlarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumanızdır.”

Grubun arkalarından bir ses işitildi: “Bütün bunların karşılığında bize ne var?”

İnsanlığın Emîni, “Cennet!” buyurdular.

Onun bu sözlerini duyan Ashâb-ı Kirâm, hiç tereddüt etmeden Efendimize (sallallâhu aleyhi ve sellem) oracıkta biat etti.[13]

Temsilcilerin Temsilcisi

Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) geriye dönmeden önce, bu topluluktan 12 temsilci seçmelerini istedi. Gelen Müslümanlar, Hazrec Kabilesinden dokuz, Evs Kabilesinden üç olmak üzere toplam 12 temsilci seçtiler. Efendimiz de (sallallâhu aleyhi ve sellem) Nakîbu’n-Nukabâ, yani baş temsilci olarak Hazreti Es’ad ibn Zürâre’yi (radıyallâhu anh) seçti. Böylece Hazreti Es’ad, bütün Medineli Müslümanların temsilcisi oldu.[14]

İlk Cuma Namazı

Medine’deki Müslümanların sayısı artınca, beraber ibadet edecekleri bir gün seçmek istediler. Cuma gününü uygun gören Müslümanlar, Darü’l-Es’ad’da buluşup orada ibadet ediyorlardı.[15] Es’ad ibn Zürâre (radıyallâhu anh), Müslümanların sayısı daha da artınca bir hurmalığın etrafını duvarla çevirerek bir mescit inşa etti. İlk cuma namazı, bu mescitte kılındı.[16]

Vefat Eden İlk Ensar

Hicretin birinci yılıydı. Hazreti Es’ad, gönlünün sultanı olan Efendisine kavuşalı çok olmamıştı. Mescid-i Nebevî’nin inşası sürerken bir hastalığa yakalandı. Onu yatağa düşüren bu hastalık sonucunda Şevval ayında âhirete irtihal etti. Efendimiz (sallallâhu aleyhi ve sellem) Medine’deki ilk göz ağrısının cenaze işlemleri ile bizzat ilgilendi ve namazını kıldırdı.[17]

Hazreti Es’ad, Medine’de barışın, hukukun, sevginin ve kardeşliğin yayılmasında önemli işlere imza atmıştı. Hayırlı çalışmalarda kendisine öncülük lütfeden Cenab-ı Hak, vefatında da ona bir öncülük nasip etmişti. Hazreti Es’ad ibn Zürâre (radıyallâhu anh), Bâkî Mezarlığı’na defnedilen ilk sahabî oldu.[18]

Genç yaşlarında İslam’a sahip çıkan ve mertliğiyle zihnimizde yerini alan Hazreti Es’ad’ı ve Akabe biatında bulunan isimleri dua niyetine zikredelim. Rabbim bizlere de onların sahip olduğu fütüvvet ruhunu nasip etsin.

Dipnotlar

[1] Yücel Men, “Efendimiz (sas), Gençlerle Geleceğe Yürümüştür!”, www.peygamberyolu.com/Efendimiz-sas-genclerle-gelecege-yurumustur/

[2] Buhârî, Menâkıbü’l-Ensâr, 1, 27.

[3] Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, İstanbul: Şahdamar Yayınları, 2014, s. 709.

[4] M. Fethullah Gülen, “Gönül Dünyamızdan-6”, 29 Haziran 1980, Yozgat.

[5] İbn Hişâm, Es-Sîre, II, 70; İbn Sa’d, Tabakât, 1/217.

[6] M. Fethullah Gülen, “Gönül Dünyamızdan-6”, 29 Haziran 1980, Yozgat.

[7] M. Asım Köksal, İslam Tarihi, c. 5, İstanbul: Erkam Yayınları, 2016, s. 140–145.

[8] İbn Sa’d, Et-Tabakâtü’l-Kübrâ, c. 1, s. 220.

[9] İbn Hişâm, Es-Sîre, II, 84.

[10] İbn Hişâm, Es-Sîre, II, 79; İbn Kesîr, El-Bidâye, II, 176.

[11] İbn Hişâm, Es-Sîre, II, 92; Taberî, II, 362; İbn Sa’d, I, 189.

[12] İbn Hişâm, Es-Sîre, II, 92; İbn Sa’d, Et-Tabakât, III, 563; Köksal, II, s. 268–269.

[13] İbn Hişâm, Es-Sîre, II, 287.

[14] Belâzûrî, Ensâb, I, 254.

[15] Beyhakî, Delâil, III, 243.

[16] İbn Hacer, El-İsâbe, İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, I, 86-87; İbn Abdülber, El-İstî’âb, I, 81; İbn Hacer, El-İsâbe, I, 114.

[17] İbn Sa’d, Et-Tabakât, III, 565; İbn Abdülber, El-İstî’âb, I, 81; İbn Hacer, El-İsâbe, I, 114.

[18] İbn Sa’d, Et-Tabakât, III, 565; İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-Gâbe, I, 86–87; İbn Abdülber, El-İstî’âb, I, 81; İbn Hacer, El-İsâbe, I, 114.