Şehirleşme, sanayileşme, tüketim çılgınlığı ve dünya nüfusundaki artış, çevre kirliliğinin en önemli sebepleridir. Sanayileşme ile birlikte gelişen teknoloji, gündelik hayatı kolaylaştırmasına rağmen, lüksten ve tüketim çılgınlığından insanlığı koruyamadı. Bugün gelinen noktada tüketim alışkanlıkları; çevre kirliliği, ozon tabakasının delinmesi, küresel ısınma, biyolojik çeşitliliğin azalması gibi insanlığı ve canlıları tehdit eden bir felakete dönüştü.[1]
İnsanlar, kaynakların şuursuz kullanılmasının ve tüketim çılgınlığının zararlarını çok geç fark etti. Canlı türlerinin hızla yok olmaya yüz tutması, tahrip edilen tabiat gibi konularda farkındalık, ancak 1970’li yıllarda oluşmaya başladı. Bu farkındalıktan sonra tabiatın korunması için “sürdürülebilirlik” kavramı ortaya çıktı. 1987 yılında, Dünya Çevre Koruma Komisyonu tarafından ilk kez Brundtland Raporunda kullanılan sürdürülebilirlik kavramı hayatımızda yer edindi.
Sürdürülebilirlik, insanların şu anki ihtiyaçlarını, gelecek nesillerin ihtiyaçlarını karşılayabilecek kaynakların miktarını ve şeklini etkilemeden karşılayabilmesi ve tatmin edilebilmesi olarak tanımlanır. Bu kavram, çevre sorunlarının günümüzde katlanarak artmasıyla beraber daha fazla gündeme gelmeye ve bu konunun önemi daha fazla insan tarafından anlaşılmaya başladı.[2]
Birçok alanda, sürdürülebilirliği sağlama konusunda problemler yaşanıyor. Ekolojik açıdan baktığımızda, küresel ısınma, kaynak kıtlığı, temiz su yetersizliği, ormanların yok edilmesi ve biyolojik çeşitliliğin azalması gibi problemler; sosyal açıdan bakıldığında gelir dağılımındaki eşitsizlik ve beraberinde ortaya çıkan temel ihtiyaçların karşılanamaması gibi sıkıntılar bunlara örnektir.
Günümüzdeki en büyük problemlerden biri, üretim ve tüketimin sorumsuz bir biçimde gerçekleştirilmesidir. Üretim ve tüketim seviyesi her geçen gün artmaktadır ve bu durumun devam etmesi hâlinde, elimizdeki kaynaklar, ihtiyaçlarımızı karşılayamayacak seviyeye gelecek, hatta tamamen tükenecektir.
Dünya üzerindeki enerji tüketiminin %80’inden fazlasını, yenilenemeyen enerji kaynakları arasında olan fosil yakıtları karşılıyor. Petrol kaynaklarının sınırlı ve mevcut alternatiflerin aşırı maliyetli olması, eko sistemi, endüstriyi ve hayat şartlarını olumsuz etkiliyor. Bu sebeple üretim ve tüketimin sürdürülebilir olması çok önemlidir.[3]
Birleşmiş Milletler tarafından 2016 yılında 17 maddelik sürdürülebilir kalkınma hedefi oluşturuldu ve aynı yıl yürürlüğe girdi. Hedefler arasında “sorumlu üretim ve tüketim” maddesi de yer almaktadır. Sorumlu üretim ve tüketim, ürünlerin üretilmesinden kullanımına, yeniden kullanımına, geri dönüşümüne ve nihaî olarak bertaraf edilmesine kadar tüm hayat döngüsünü dikkate alan, bütünsel bir yaklaşımdır. Sorumlu üretim ve tüketim uygulamaları, iklim değişikliği, hava ve su kirliliği ve maddî kaynakların tükenmesi gibi çevre sorunlarının ele alınması, aynı zamanda sosyal açıdan sorumlu ve ekonomik açıdan istikrarlı bir geleceğe geçiş için önemlidir.[4]
Bu gayenin temel hedeflerinden biri, atıkların azaltılması ve enerji tasarrufu da dâhil olmak üzere kaynakların verimli kullanımıdır. Bu, tüketilen kaynak miktarının azaltılması ve yeniden kullanımının en üst seviyeye çıkarılması, aynı zamanda çevre dostu ürünlerin kullanımının artırılması anlamına gelir. Bir diğer hedef ise sosyal sorumluluğun artırılması ve üretim için çalışan işçilere onurlu ve saygılı bir şekilde davranılması, insanî çalışma şartlarının oluşturulması ve geliştirilmesidir.
Üretimin ve tüketimin sürdürülebilir olması, dünya çapında kabul gören bir hedeftir. Sürdürülebilirliğin sağlanması, daha temiz bir dünyada yaşayabilmek, gelecek nesillere yaşanabilir bir dünya bırakabilmek için, bazı ülkeler tedbirler aldı, yeni politikalar geliştirdi ve sorumlu üretim ve tüketimin teşvik edilmesinde ilerleme kaydetti.[5]
Bu ülkelerden biri, yenilenebilir enerji, kaynak verimliliği ve sürdürülebilir üretim süreçleri üzerine ciddi çalışmalar yapan Almanya’dır. Alman hükûmeti, sorumlu üretim ve tüketimi desteklemek için yenilenebilir enerji kullanımına yönelik teşvikler, emisyonları azaltmaya yönelik düzenlemeler ve sürdürülebilir teknolojilere yatırım dâhil olmak üzere çeşitli politikalar uyguladı. Ayrıca birçok Alman şirketi sürdürülebilir iş uygulamalarını benimsedi ve çevre dostu ürünlerin geliştirilmesine öncülük etti.[6]
Başka bir örnek, uzun süredir devam eden bir sürdürülebilirlik geleneğine sahip olan ve emisyonları azaltmak ve sürdürülebilir üretim süreçlerini teşvik etmek için Birleşmiş Milletler hedeflerinin yanında, iddialı hedefler belirleyen İsveç’tir. İsveç hükûmeti sürdürülebilir üretimi ve tüketimi desteklemek için emisyon vergileri ve yenilenebilir enerji yatırımları gibi çeşitli politikalar uygulamıştır.[7] İki ülke de uygulamalarında büyük ölçüde başarılı oldu.
Atık azaltma ve sorumlu tüketim birbiriyle yakından bağlantılıdır. Mal üretimi sonucu atıklar ortaya çıkar ve bu atıklar, yukarıda da bahsedildiği gibi, tabiî kaynakların tükenmesine ve kirliliğin artmasına sebep olur. Kendi istek ve arzularımızı karşılamak için, ihtiyacımız olanın dışında aldığımız her ürün tabiata zarar veriyor. İsrafın aza indirilmesi, fertlerin atabileceği en önemli ve etkili adımlardan biridir.
Sorumlu tüketim için çevre dostu ve sürdürülebilir ürünleri tercih etmek, geri dönüşümü teşvik etmek, enerji ve su tasarrufu yapmak, çevre sorumluluğu taşıyan şirketleri desteklemek ve farkındalık oluşturmak gibi adımlar atabiliriz. Bu yöntemler, kaynakların verimli kullanımını artırarak çevreye ve tabiî kaynaklara daha duyarlı bir tüketim alışkanlığı oluşturmamıza yardımcı olacaktır.
Dünya tehlike altında ve bu tehlikenin etkileri geç fark edildiğinden çalışmalar yetersiz kalsa da devlet yetkililerine, hükûmetlere ve fertlere çok iş düşüyor. Devletlerin ve fertlerin, tabiatı koruyacak adımlar atmasının yanında, bu konuda farkındalık da oluşturacak faaliyetler yapması gerekiyor. Elbette bu adımların başında üretim ve tüketim çılgınlığının önüne geçmek geliyor.
Dipnotlar
[2] https://en.wikipedia.org/wiki/Sustainability
[3] S. Lorek ve D. Fuchs, “Strong Sustainable Consumption Governance-Precondition for a Degrowth Path?”, Journal of Cleaner Production, Vol. 38, January 2013, s. 36–43.
[6] https://www.oecd-ilibrary.org/sites/33f83767-en/index.html?itemId=/content/component/33f83767-en