Arabanın camından sıra sıra uçan kuşlar görünüyordu. Hangi diyarlara gidiyorlardı ya da hangi diyarlardan geliyorlardı bilemiyorum. Gözümün önünde birden, üniversiteden mezun olup kaderin cilvesiyle denizaşırı diyarlara gitmek üzere göklere havalanırken hissettiğim uçak korkusu canlanıverdi. O zamanlar geleceğime uçuyordum; ne garip ki aynı his beni geçmişe götürdü. Ahmed Yesevi erenlerinin gözyaşlarını da götürüyordum. Seyhun ve Ceyhun nehirlerine bir de Mekong nehrini ekliyordum. Köşe başlarına sevgi cümlelerimi kurmaya gidiyordum. Gelen geçen “Nereye?” diye sorarken banklarda oturup hayatı izlemek istemedim. Evet, “Nereye?” “Hayat, nereye gidiyorsun?” Kalemden akan her mürekkep, yoldan geçen her insan, ömürden giden her saniye, damarlarda yolculuk eden her kan damlası ve gözlerden süzülen her gözyaşı… Nereye gidiyorsun?
Ahmed Yesevi erenlerinin günler süren yolculuğunu ben de üç uçak değiştirip bir araçla karayolu seyahati yaparak tamamlamıştım. Mekong kucak açmış, ev olmuş, arkadaş olmuştu âdeta. Güneşin doğduğu bu kırmızı topraklar, çekik gözlü insanların yanaklarında renk buluyordu. Onların rengiyle can buluyordum, yolum aydınlanıyordu.
Karnım acıktığında önüme gelen “tom yum” çorbası, hayatımı özetler gibiydi. Ağızdan alevler çıkartırcasına acı, ama bir o kadar kendine bağlayıcıydı. İçindeki malzemeleri hâlâ öğrenemesem de bu çorbanın tesirini ve cazibesini unutamıyorum. Yağmurlu veya yağmursuz günlerde havanın sıcak olması ve acı(masız) yemek kültürü birazcık zorluk vermiyor değildi! Hele aylarca eksik olmayan muson yağmurları! Acının üstüne yenen tatlı gibiydi.
Mekong birçok güzelliğe ev sahipliği ediyordu. Suyunun çamurumsu olması, güzelliğinden bir şey kaybettirmiyordu. Sandalla gezintiye çıkarken bile kurulan sofradaki balık ve “yapışkan pilav”, ayrı bir lezzet olarak hatıralarda yer ediniyordu. Adı gibi yapışkan olan bu pilav, ekmek gibi parçalayıp yenilmediği sürece, elde düşmeden kalabiliyordu.
Herkes gençliğine ne şiirler ne hikâyeler sığdırmıştır bilemiyorum, ama ben gençliğimde bulunduğum Mekong’tan bir demet gülle döndüm evime. Hepsinin rengi, kokusu ve dili farklıydı. Gençliğimden bana kalan en nadide ve en özel hediyeydi. Şimdilerde güneşin doğduğu yerlerden, battığı yerlere kadar hatıralarıma eşlik ediyor.