Aydanur Atalay Çevre Mayıs 2024 Röportaj

MEERGroen: Çevreyle Uyumlu Olma Sanatı

2011 yılında Hollanda’da kurulan MEERGroen (Daha Fazla Yeşil) Vakfı’nın başkanı Franke van der Laan, Genç Çağlayan’ın sorularını cevapladı.

MEERGroen’u kurma sürecinizde sizi neler motive etti? Bu yolculuk hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?

Franke van der Laan: 1968 yılında, 17 yaşındayken, insanlığın ekosistemi sömürerek kendi mezarını kazdığını fark ettim ve biyoloji eğitimi aldım. Başlangıçta çalışmalarım laboratuvar biyolojisine odaklanmıştı, ancak bu alan beni pek tatmin etmedi. Bunun yerine, daha umut verici görünen ve yeni bir teknoloji olan uzaktan algılama teknolojisine yönlendim. Bu teknoloji, beni derinden ilgilendiren uydu görüntüleri, ormanların tahribi, ziraî potansiyel, erozyon ve aşırı nüfus gibi konularla alâkalıydı. Ancak Mozambik’teki savaşta BM adına görev yapmam, arzu ettiğim çalışmaları yapmamı bir bakıma engelledi. Daha sonra Roma’daki FAO merkezinde geçirdiğim beş yıl, bürokratik bir ortamda verimli olamayacağımı gösterdi. Sonuç olarak, daha fazla etkide bulunabilmeme vesile olacak çok uluslu şirketlere yöneldim. Dil yeteneklerim, uzaktan algılama konusundaki birikimim ve ekolojik becerilerim, bana bir Amerikan şirketinde, tabiî kaynaklar yönetiminde Avrupa pazarlama müdürü olarak kariyer yapmaya başlamama vesile oldu. Çok fazla tecrübe kazandım, ancak teknolojik dünya bitler ve baytlara odaklanmış durumdaydı ve ben daha fazlasını istiyordum. Özellikle biyoçeşitlilik ve sürdürülebilirlik hakkında politikalar geliştirmeyi arzu ediyordum. Bu alandaki politikalar ve kanunlar; avukatlar, ekonomistler ve diğer yöneticiler tarafından yapılıyordu. Ekolojik denge ve sürdürülebilirlik konusunda katma değer üretmek adına son denemem, çevre yönetim sistemlerini benimsemeleri maksadıyla, kızartma yapmak için patates dilimleri üreten fabrikaları yeniden organize etmek oldu. Bu arada gerçek dünyanın teorik çalışmalardan ne kadar farklı olduğunu keşfettim.


MEERGroen (Daha Fazla Yeşil) Vakfı’nın başkanı Franke van der Laan.

25 yıl süren tepeden inmeci girişimler, bana sadece hayal kırıklığı yaşattı. Bu yüzden 2004 yılında, beni mutlu eden şeyi yaparak, tabandan tepeye doğru süren bir yaklaşım başlattım. Hedefimiz, Hollanda, Avrupa ve dünya çapında olabildiğince çok insanı projelerimize dâhil etmek ve böylelikle yerel ekolojik hareketleri, AB ve BM politikalarıyla uyumlu hâle getirmek. İşte MEERGroen bu yüzden var. Çalışmalarımıza tabiatın içinde yer alan 0,5 hektarlık bahçelerimiz ve 30 gönüllü ile başladık. Şu anda 1100 hektarlık bahçeleri 2000 gönüllü ile işletiyoruz. Projelerimizden biri, bütün insanlığı önemli bir maksatta birleştirmenin ve iklim krizini ekolojik bir şekilde çözmenin potansiyeline sahip. Şu anda altı ülkede gerçekleşen 10.000 projede 22.000 kişi katkıda bulunuyor. Çok sayıda kuruluşla iş birliği yapıyoruz. Bütün ülkelerden toplam 1 milyar insanı harekete geçirmeyi hedefliyoruz.

MEERGroen, çevrenin korunması ve ekolojik arazi bakımı için vatandaşların ve gönüllülerin aktif hâle getirmesine dikkat çekiyor. Tabiatta gönüllü çalışmalar yapmanın faydalarına dair ilham verici örnekler paylaşabilir misiniz?

İki örnek vermek istiyorum:

1. İnsanlığı birleştirmek ve iklim krizini ele almak için zorluklarla yüzleşme cesareti gerekir. Bütün projelerimizde her gün çeşitli zorluklarla karşılaşıyoruz. Çoğu insan, zorlukları göze alamadığı için bir girişim başlatmaktan kaçınıyor.

Eskiden “felaket” alanı olarak görülen, ama şu anda insanların gönüllü olarak çalışmalar yaptığı bahçelere dönüştürdüğümüz 1100 hektarlık bir alan mevcut. Her gün gönüllülerimize, düşündüklerinden daha fazlasını başarabileceklerini telkin ediyoruz. Bu çalışmalar onlardaki güven ve memnuniyeti büyük ölçüde artırıyor. Her günün sonunda, çeşitli projelerle ilgilendikten sonra, başarılarımızı değerlendirip gelecekteki faaliyetleri düşünmek için bir araya geliyoruz. Her zaman her türlü zorluğu kabul etmeye hazır olan ben bile, tecrübesiz gönüllülerle başardığımız şeyleri görünce çoğu zaman şaşkınlık yaşıyorum; beklentilerimizin ötesine geçiyoruz.

2. Bütün dünya, iklim değişikliğiyle başa çıkmak için teknolojik çözümleri hedefliyor. Esasen, çoğu insan rüzgâr türbinleri ve elektrikli arabalar gibi teknolojik uygulama ve araçların, sorunu çözmek için yeterli olduğunu düşünüyor. Bu yaklaşım, CO2 emisyonlarını azaltmak için büyük ölçüde teknolojiye bağlı olduğu için, maalesef pek etkili değildir. Ekologlar olarak, yaklaşık 1980’den beri, küresel ekosistemin fazla CO2‘i bertaraf edemediğini gözlemledik. Bu sebeple, fazla CO2‘i ortadan kaldırmak için ekolojik çözümümüz, insanlığı birleştirmek ve gerçekten sürdürülebilir bir toplum inşa etmek adına, kaybettiğimiz 50–100 yılı geri kazanmak üzere, beş yıl içinde 30 milyon km² ağaçlandırma yapmaktır. Sadece Hollanda’da, 1 milyon gönüllü ile ihmal edilmiş orman alanlarından 5–10 milyar fidan kurtarabiliriz. Dünya çapında ne başarabiliriz bir düşünün. MEERGroen, bunu 2009’dan beri yapıyor. Yöntemimiz 2020’de ulusal olarak ve 2023’te uluslararası olarak benimsendi. Ana ortağımız Urgenda, birçok resmi ve ticari kurumu ve çevre kuruluşunu bünyesine katmıştır. 2021’den bu yana, 22.000 gönüllü ile 150 türden 2 milyon ağacı kurtardık ve büyümeleri için yer sağlayanlara dağıttık. 10 yıl içinde, 30 gram ağırlığında bir fidan, 500–1000 kg ağırlığında bir ağaç hâline gelebilir ve 1000–2000 kg CO2‘i bertaraf edebilir.

MeerBomen.nu (MoretreesNow.eco) , kuruluşundan sadece üç yıl sonra, altı ülkede faaliyet göstermeye başladı. Bu girişimi küresel olarak genişletmeye hevesliyiz, böylece şehir sakinlerine ekolojinin değerini öğretebiliriz. Ayrıca bu çalışmalar, keyifli, harika bir egzersiz vesilesidir ve iklim değişikliği hakkındaki kanaatleri olumlu bir hâle dönüştürür. Birçok başka faydadan bahsetmek de mümkündür.

Ekolojik yönetim yoluyla biyoçeşitliliği maksimize etmeye odaklanan MEERGroen, kötü yönetilen alanları ekolojik cennetlere dönüştürme çalışmaları yürütüyor. Bu dönüşümlerde karşılaştığınız en önemli zorluklar nelerdir ve ekolojik restorasyon projelerinizin başarısını nasıl ölçüyorsunuz?

Ne yazık ki aşmamız gereken en azından 30 tane zorluk var. En kritik sorun aşırı nüfus; bu gezegendeki insan sayısı çok fazla, bu da kimyevî atıklar ve diğer kirliliklerin yanı sıra denizlerdeki aşırı avlanma ve ormanların tahribi sebebiyle ekosistemin çökmesine yol açıyor. Bu aşırı nüfus, iyi niyetlere rağmen, milyonlarca sayfa bürokratik düzenleme ve ceza üreten bir hükümet sistemine yol açmıştır. Bu bürokrasi, çoğu insanın ahlakî ve ekolojik sorumlulukları yerine getirmekten korktuğu için karar almaktan çekinmesi yüzünden genel bir duraklamaya sebep olmuştur. Bir başka sonuç da karar alma sürecinin büyük ölçüde malî konularla sınırlı kalması ve kısa vadeli bir odaklanma ile yetinilmesidir.

MEERGroen’un çalışma metodu şu şekildedir: Genellikle bir alanı sosyal ve ekolojik bir “felaket bölgesi” olarak tanımlarız. Bu alanlarda, başlangıç durumu ne kadar kötü olursa olsun, her zaman iyileştirme potansiyeli görürüz. Sosyal medya ve gazete makaleleri aracılığıyla, ilgili araziyle ilişkisi olan ve ideallerimizi paylaşan insanlarla bağlantı kurarız. Daha sonra arazi sahiplerine (genellikle belediyeler) yaklaşır ve onların harekete geçmelerini isteriz. Bunu 20 yıl boyunca yaptıktan ve sosyal uyum ve biyoçeşitlilik faydalarını gösterdikten sonra, yeni projeler başlatma eşiği giderek daha düşük hâle geldi, bu da yeni girişimleri daha kolay başlatmamıza imkân tanıyor. Şu anda 1100 hektarı yönetiyoruz ve ek olarak 4500 hektarlık bir alanın erişimini güvence altına aldık.

Eğitim; pratik beceriler geliştirmekten ekolojik sistemler hakkında daha derin bir anlayışı teşvik etmeye kadar birçok hususta misyonunuzda önemli bir rol oynamaktadır. Özellikle genç katılımcılarınız arasında ekolojik eğitimi önemli ölçüde ilerlettiğini düşündüğünüz bir proje veya girişim hakkında bilgi verebilir misiniz?

Çoğu gönüllümüz, büyük şehirlerde yaşayan ofis çalışanlarıdır. 2000 gönüllümüzden sadece 150’si haftalık veya aylık olarak faaliyetlerinize katılır. Geri kalanı, okullardan stajyerler veya takım oluşturma veya kurumsal sosyal sorumluluk etkinliklerine katılan ofis çalışanlarıdır. Her çalışma gününü, ekolojik ve pratik bir öğrenme tecrübesi hâline getirmeyi hedefliyoruz. Katılım eşiğini düşürmek için, her gün ekip çalışmaları düzenliyoruz ve her biri 10 farklı türde iş içeren 25 farklı proje sunuyoruz. Bu çeşitlilik, herkesin kendine uygun bir iş bulmasını sağlıyor. Hem dış hem de iç mekân seçenekleri sunuyoruz. Her çalışma gününün ilk saatinde, 10–50 kişilik grupları etkili ve üretken takımlara dönüştürüyoruz. Tabiatta atılan her adımın, yenilebilecek sebze ve meyvelerin yetiştirilmesine vesile olabileceğini veya tıbbî uygulamalarla ve ekolojik etkileşimler yoluyla zengin ve ilham verici bir tecrübeye dönüşebileceğini vurgularız. Gördüğümüz kadarıyla hemen hemen herkes bu ekolojik perspektifi takdir ediyor. Ayrıca gözlem yeteneğine ve pratik becerilere büyük önem veriyoruz.

Vakfınız, gönüllülerin sıra dışı fikirlerini ve motivasyonunu kullanarak verimli çalışmalar yapıyor. MEERGroen, ekonomik verimlilik ile ekolojik sürdürülebilirliği nasıl dengeliyor? Sıra dışı düşünmenin, başarılı bir projeye nasıl dönüştüğüne dair bir örnek verebilir misiniz?

Zorlukları kabul ederek ve sürekli olarak beklentilerimizi aşarak verimli bir şekilde çalışıyoruz. Ayrıca ekonomik çözümler üretmeye de dikkat ediyoruz. Öncelikle, çoğu işte ana maliyet faktörü, aşırı derece yüksek olan ücretlerdir. Sürekli artan ücretler sebebiyle “zaman para”dır ve global olarak, daha ucuz yöntemler bulmak için yarışıyoruz. Bu süreçte, işin keyfi, genellikle kar odaklı olmak yüzünden gölgelenir. Gönüllü iş gücümüzle bu yüksek maliyetlerden kaçınıyoruz, bu da bize zaman ve parayı istediğimiz gibi mübadele etmeye imkân tanıyor. Böylece hızlı ama kalitesiz çözümler yerine, kaliteli bir yönetimine öncelik veriyoruz.

Ayrıca, tabiatla çatışmak yerine onunla iş birliği yaparak çok ekonomik bir şekilde çalışıyoruz. Birçok kişinin aksine, ağaç satın almıyoruz; milyarlarca ağacı tabiatın içinde buluyoruz. Üç yıl içinde, 2 milyon ağacı kurtardık ve onlara büyümek için yer sağlayan herkese ücretsiz olarak dağıttık, böylece biyoçeşitliliği artırdık ve CO2‘yi sabitledik. Bir ağacın maliyeti 1–10 euro olduğu düşünüldüğünde, böyle bir girişim, 3–10 milyon euro sosyal ve ekolojik değer demektir. Aynı şekilde, 30 hektarlık çayırlarımızdan kendi çiçek tohumlarımızı topluyoruz. Verimli bir yılda, 100–300 euro arasında değeri olan 150 kg tohum topluyoruz, böylece yaklaşık 20.000 euro tasarruf ediyoruz. Bu tohumları satmak yerine, biyoçeşitlilik alanlarımızı genişletmek için kullanıyoruz. Birçok kişi temiz tohum toplama işini sever. Aynı ilkeyi çiçek soğanlarına da uyguluyoruz; soğanların tanesi yaklaşık 0,1 euroya mal oluyor. 30.000 soğanı dikerek ve iyi bakım yaparak, altı yıl içinde, geometrik bir artışla, bir milyona çıkarabiliriz. Daha sonra onları toplayıp diğer alanları güzelleştirmek için kullanıyoruz. Aynı şekilde, 500 euroya mal olan 5 kg sebze tohumunu, 30 ton sebze ürününe dönüştürüyoruz, bunları restoranlara ve yemek servislerine kg başına 0,5–1 eurodan satıyoruz. Kısacası tabiatın içinde çalışıyoruz, zira tabiat bizim fidanlığımızdır.

Vakfın, çevre krizlerini ve toplumsal zorlukları ele almak için ortaklıklar kurma konusundaki ilgisini göz önünde bulundurarak, MEERGroen’un ortakları nasıl seçtiği ve iş birliği yaptığı hakkında bilgi verebilir misiniz? Ayrıca, sosyal ve ekolojik dengeyi sağlamada başarılı bir ortaklık için temel unsurların neler olduğuna inanıyorsunuz?

Esasen 5–10 yıllık değil, çok uzun sürecek bir geleceği göz önünde bulundurarak tabiatla uyumlu bir toplum inşa etmeyi hedefliyoruz.

Çalışmalarımızın eğlenceli ve ilham verici olmasına dikkat ediyoruz. Bu vizyonu paylaşan herkes potansiyel bir ortaktır. Ne yazık ki çoğu insan, hayatta kalma mücadelesiyle veya kısa vadeli hedeflerle meşgul olduğu için yaklaşımımızın faydalarını göremiyor. Genellikle toplumun sadece %5’i, pratik ekolojik metotlarımıza açıktır. Bu yüzden fazla seçici olamayız. Şehirlerde yaşayan kişilerin belirli tercihleri vardır ve ekonomik bir odaklanmadan ekolojik bir yaklaşıma geçiş muhtemelen kısa vadede gerçekleşmeyecektir.

Herkesi bize katılmaya davet ediyoruz. İnsanlar ilgi gösterdiğinde, muhtemel sorunlar yerine imkânlara odaklanıyoruz. Birçok çevre örgütünün aksine, petrol şirketleri gibi kurumlarla iş birliği yapmaktan kaçınmıyoruz. %100 sürdürülebilir bir hayat pek mümkün değildir. Kişisel tercihler (farklı ülkelerde tatil yapma veya et yememe gibi) veya iş uygulamaları (veri merkezleri inşa etme gibi) ne olursa olsun, sürdürülebilir girişimlerde bulunmak için bir ortaklık arayan herkese açığız. %5–50’lik bir sürdürülebilirlik girişimini, %10–80 aralığına çıkaracağımıza inanıyoruz. Potansiyel ortakları dışlamak veya onları ötekileştirmek, makul ve verimli bir yaklaşım değildir.

Çalışmalarımızda ekonomik, hukukî ve teknolojik bir çerçevede sürdürülebilirliği ana akım hâline getirmek için sosyal, ticarî ve siyasî destek bulmayı ve ittifaklar inşa etmeyi hedefliyoruz. 20 yıl boyunca, tabandan tavana doğru devam eden bir yaklaşım sergiledikten sonra, insanların ekolojik çözümler ürettiği, mesela iklim değişikliğini kontrol altına almak için 30 milyon km²’lik bir alanda ağaçlandırma yaptığı bir noktaya doğru yaklaşıyoruz ve artık kaybettiğimiz 50, hatta 100 yılı geri kazanıyoruz. Ana akım organizasyonlarla ortaklık kurarak, insanların ellerini kirletmekten utanmadığı ve çevreye katkıda bulunma gemisini kaçırmaktan korkacakları bir dönüm noktasına ulaşmayı hedefliyoruz.