Genel Kültür Mart 2022 Sümeyra Emektar

Minimalistler mi Derviş Dervişler mi Minimalist?

Hiç kullanmadığımız eşyalar, çekmecelerimizde varlığını bile unuttuğumuz ıvır zıvırlar, ihtiyacını hissetmeden bir gün lazım olur düşüncesiyle eve doldurduğumuz birçok alet edevat… Hepsini ihtiyaç testinden geçirdiğimizde sizce ne kadarı başarılı bir sonuç getirir?

Biri çıkıp “İstifçi misiniz?” ya da “Müsrif misiniz?” diye sorsa çoğumuz kendimizden emin bir tavırla “Hayır.” deriz. İzlediğim The Minimalists; Less is Now belgeselinden sonra o kadar da emin olamıyorum bu cevaptan. Belgeselde minimalizm anlayışına göre yaşayan, kitap yazan ve kayıtlar yapan Ryan Nicodemus ve Joshua Fields Millburn isimli iki arkadaşın hikâyesi anlatılıyor. İkisi de minimalizmden önce çok iyi hayat şartlarına sahip.

Joshua bir gün eşinden ayrılıyor ve annesi vefat ediyor. Bu iki olayla birlikte hayatını sorgulamaya başlıyor ve fark ettiği şeyi şöyle açıklıyor: “Amerikan rüyasını yaşıyor olabilirim, ama o benim rüyam değil. İstediğimi sandığım her şeyi elde ettikten sonra istediğim şeyi elde etmenin aslında istediğim şey olmayabileceğini fark ettim.” Annesinin eşyalarını toparlamak için evine gittiğinde bu farkındalığı daha da artıyor. Annesi istif yapan biri değil, ama küçücük evde neredeyse evin kapasitesinin üç katı kadar eşya biriktirmiş. Eşyaları hatıra olarak muhafaza etmeye karar verdiğinde annesinin yatağının altında saklanmış dört tane kutu buluyor. Annesi, Joshua’nın birinci sınıftan dördüncü sınıfa kadar yaptığı bütün çalışmalarını saklamış. Kutulardaki bandın durumundan yıllar önce bantlandığı ve tekrar açılmadığı anlaşılıyor. Şöyle söylüyor Joshua: “Hatıralar eşyalarda değil, kalbinde, bu yüzden de açma ihtiyacı bile duymamış.” Bunu fark ettikten sonra annesinin eşyalarını ihtiyaç sahiplerine bağışlıyor ve kendisine yalnızca birkaç tane eşya saklıyor. Bununla bir şey daha fark ediyor: Elindeki birkaç şey, diğer fazlalıklardan kurtulduğunda daha değerli bir hâle geliyor. Eşyalar azaldıkça değerleri artıyor. Minimalist hayat felsefesine ilk adımı böylece atmış oluyor. Joshua’daki değişikliği fark eden Ryan da anlattıkları karşısında bu hayat tarzını denemeye karar veriyor. Bütün eşyalarını kutuluyor ve 21 gün boyunca ihtiyaç duyduğu eşyaları kutudan çıkarıyor. 21 günün sonunda fark ediyor ki eşyaların %80’i hâlâ kutularda duruyor ve bu tecrübeyle bu hayat felsefesini uygulamaya karar veriyor.

Minimalizm, kökeni 1960’lara dayanan ve son yıllarda tüketim çılgınlığına karşı sadeliği ve nitelikli kullanımı hedefleyen bir akım. Minimalist hayat felsefesinde sahip olunan her şeyi mümkün olduğunca en aza indirerek ihtiyaç olduğu kadar sahip olmaya çalışılır.

Dinimizde de insanlar israf konusunda sıkça ikaz edilir ve müsriflik kötü ahlak olarak kabul edilir. Tekasür sûresinde “Dünyalıklarla böbürlenmek, oyaladı sizleri. Tâ boylayıncaya kadar kabirleri!” buyurularak mülk edinme hırsına dikkat çekilir. Yunus Emre ne güzel söyler:

Dünya yalan kardeşim, dünya yalan!

Var mı yalan dünyada bakî kalan

Mal da yalan, mülk de yalan

Var biraz da sen oyalan!

Bir sebepten ötürü eşyalarımızı artırıyoruz, sonra onları sığdırmak için yerimizi büyütüyoruz. Sonra yerimizi doldurmak için tekrar eşya alıyoruz. Sahip olduğumuz teknolojik ürünler maksadına yeterince hizmet ederken daha üst bir model çıktığında hemen değiştirme hevesine kapılıyoruz. Daha iyi kamerası olan bir telefon olması bizi fotoğrafçı yapmayacakken aradaki lens farkı için yeni bütçeler ayırıyoruz. Her sahip olduğumuz şeyin aslında sorumluluğunu alıyoruz ve ruhumuza yüklüyoruz. Ahsen-i takvîm üzerine yaratılan fıtratımız ise neye ihtiyacımız olduğunun farkında; aşırılıklardan, hırslardan ve fazlalıklardan hoşlanmıyor. Aslında gerekenle, ortada olan arasındaki bu dengesizlikte ruh boğuluyor. “Gerçekten ihtiyacım var mı?” sorusunu sorduğumuzda bozulmamış vicdan gerçeği söylüyor. Fazlalıklardan kurtulduğunuzda ruh da hafifliyor. Belki bu yüzden bu akımı anlayabilen ve hayat felsefesi haline getiren insanlar daha da dinginleşiyor ve streslerinin azaldığını söylüyorlar.

Üstad Bediüzzaman Hazretlerinin bahsettiği “Huz mâ safa, da’ mâ keder.” (Safa vereni al, keder vereni bırak), düsturu minimalist felsefenin uygulaması gibi. Bu ölçüye riayet edebilirsek ruhumuzu sıkan aşırılıklardan kurtulmak ve hafiflemek mümkün. Minimalist hayat tarzını ahlak hâline getirdiğinizde bakış açınızı düzenliyorsunuz. Size keder veren şeylerden, vaktinizi değersizleştiren işlerden kurtuluyorsunuz. Değerli olanı buldukça da hayatınızı kıymetlendiriyor, az olanla çok büyük kıymetler yakalıyorsunuz.